"El
Kahire", Nil'in kızıdır. İsm-i fail müennes. Dişi özne, kahreden kadın, ayağa kalkıp "Yeter!" diyebilen ve üstün gelebilen kız.
İlk çağ
Mısır krallığından Roma imparatorluğuna, Bizans'tan
İslami döneme ve bugüne kadar binlerce yıldır ayakta duran güzel şehir.
Milyonlar kendilerini arındırmak, sömürgecilik ve sonrasında bedenlerini ve ruhlarını kirleten günahlardan kurtulmak için Kahire'de meydanlara iniyorlar. Tarihe yeniden ve varoluşsal olarak yaptıkları bu giriş, tabii ki bir devrim!
Devrimler,
küçük insanların isyanıdır, sokakların çocuğudur ve meydanlarda sarmaşık gibi yeşerir, aniden büyürler. Devrim, sadece "ekmek için yapıldığında" eksik kalır. Arap çöllerinin safkan atlarının dört nala koşusunu şiir diline döken şairlerin etkilediği
İspanyol edebiyatından mülhem devrim şarkıları yazan Che Guevara, Farazdak'ın mısralarının aynısını tekrarlayan o müthiş hitabetiyle "Devrimler ahlaki arınmadır, manen yeniden dirilmedir" diyordu. Türk solcuları, hiçbir zaman Farazdak ile Che Guevara arasındaki o irti
batı anlayamadılar, çünkü onlar dinleriyle ve halklarıyla kavgalıdırlar.
1789
Fransız Burjuva Devrimi'ni veya 1917 Bolşevik Devrimi'ni küçümsemek işimiz değil. Bu doğru olmaz, hakşinaslık da olmaz. Ama zaten tarihe geçen isimlendirmeler yeterince açık! Ruslar, 'proletarya', Fransızlar 'burjuva' devrimleri yaptıklarını söylüyorlar. Her ikisi de bir "
sınıf"ın devrimi. Her iki sınıfın ayrı ve birbirine karşıt ideolojileri oldu. Biri kapitalizm, diğeri sosyalizm-komünizm olarak kendini
tescil ettirdi.
Her iki devrimin eksiği sadece "ekmek" için yapılmasıydı. Ve sadece sınıfsaldı! Herkesi ayağa kaldıracak devrimi dinler yapar! Ve sadece İslam herkese şemsiye açar.
Başarılmış her sınıfsal devrim karşıt-devrime gebe olarak sahneye giriş yapar.
Mısır bütün sınıflarıyla ve bilumum siyasi yelpazedeki gruplarıyla "
Tahrir Meydanı"nda. Beşeriyetin ismini heyecanla telaffuz ettiği "Tahrir", yaralanmış vicdanlarının seslerini göğe yükseltiyor. Milyonları hem özgürleştirecek hem kurtuluşun yolunu açacak.
Bir gün
Müslüman ülkelerin ezik çocukları, devrimle arınmak için
abdest alacaklar, sonra eğitimle küçük görmeyi öğrendikleri halklarının safında mescitlerde, meydanlarda namaza duracaklar. Ve Batı onlara neyi "
tehlike" olarak işaret ediyorsa, kurtuluşun orada olduğunu düşünmeye başlayacaklar. İşte o zaman gerçek devrim, belli bir sınıfın sosyal hareketi ve belli bir ideolojinin basit rejim değişikliği olmaktan çıkıp siyasetten idareye, ekonomiden sosyal hayata kadar hayatımızı değiştirecek. Çünkü "Mukallibu'l kulub olan
Allah" kalplerimizi değiştirmedikçe kendimizi ve ülkelerimizi değiştiremeyiz, devrim/inkılap da yapamayız.
Bugünün devrimleri ulusal bir çeteye, zorba idarelere karşı da yapılsa eksik kalır. Devrimler yeryüzünü temellük edenlere karşı yapılır. Musa aleyhisselam, "İsrailoğullarını özgür bırak!" diye
Firavun'un karşısına dikilince, o kibirle 'Mısır'ın mülk ve saltanatı ve bu nehirler' benim değil mi?" diye sordu. (43/Zuhruf, 51) Firavun, kendini Mısır'ın tanrısı bilirdi, mutlak
iktidara sahipti ve sular altında kalıp son nefesini verinceye kadar hastalanmamış, dişi bile ağrımamıştı.
Hz. Musa "
Hayır! Mülk, servet ve iktidar Allah'ındır" dedi ve kölelerle birlikte nehirleri özgürleştirdi.
Bugün de Nil'in kızı "develerin devrimi"yle ayakta. Mısır'a, Nil'e ve yeryüzüne el koyanlara karşı kahredici sesini yükseltiyor. Sabırlı, uysal, tahammülkâr, yüzü yumuşak ve çok namaz kılan Mısırlılar ayakta.
Develerin devrimi kimin olacak?
Bu sorunun cevabını Nil'in kızı verecek! Eğer Medine'ye ilk girişinde Hz. Peygamber (sas)'in devesi Kasva'nın yaptığı gibi ayağa kalkmış develer, münafıkların reisi Abdullah Ubeyy bin Selul'un değil de, imanından ve sadakatinden başka hiçbir şeyi olmayan Eba Eyyub el Ensari'nin evinin önünde durursa, bilin ki Kahire, Allah'ın 'kahhar' isminin tecellisiyle zorbaları, katilleri, hırsızları ve yeryüzünün kibrini kahredecektir.
Nil'in kızı! Deveni İbn Selul'un evinden uzak tut, Eba Eyyub'un evine doğru sür!