Hayat pahalılığını
protesto etmek üzere sokağa dökülen
İsrailliler "
Mısırlılar gibi yürü!" diye
pankart taşıdı.
Önce
Tunus, ardından Mısır'da yapılan kitlesel
gösteriler yöneticileri devirdi. 400 bin kişinin yürüdüğü İsrail'de "Mısırlılar gibi yürü" diye pankart taşınması anlamlıdır. Hepimiz, Arap-İsrail,
Yahudi-Mısır ilişkisinin tarih boyunca düşmanlık ve husumete dayandığını zannederiz. Öyle değil. Hz. Yusuf'un Mısır'da maliye bakanı olması ve arkasından Yakup (İsrail) oğullarının Mısır'a gitmesi iki
halk arasında yüzyıllar süren yakınlaşmalara yol açtı. İsrailoğullarının hangi tarihte Mısır
iktidar seçkinleri (Firavun'un ali/yakın çevresi, mele'i/bürokratik merkezi ve mütrefi/sömürücü
zenginler zümresi) tarafından köleleştirildiğini bilmiyoruz, ama bu kavmin Mısır'daki hayatları 400 sene sürdü. İki halk birbirlerini gayet iyi tanımaktadır.
Mısır "halk (şa'b)" olarak birkaç kavimden oluşur. Otokton Kıptiler, Araplar, siyahi Afrikalılar, Grekler ve Türkler. Türklerin bugünkü Mısır'ın beş unsurundan biri olması bizi şaşırtmasın, bazı Mısırlılara bakılırsa nüfusun yüzde 25'i Türk'tür.
Mısır büyük bir
medeniyet ve irfan havzası, Arap âleminin en önde gelen ülkesidir.
İslami ilimlerin ve dinî hayatın ana merkezlerinden biridir. Bölgemizde
Türkiye ve
İran yanında belirleyici konumda olan üç devletten biridir. Mısır halkı munis, halim tabiatlı, geçimi ve işreti kolay insanlardan oluşur. 400 sene Osmanlılar ciddi sorunlarla karşılaşmadan bu koca ülkeyi idare etmişlerdir. İran ve Hind yarımkıtası yanında, belki çok daha zengin ve etkin olarak İslami ilim ve entelektüel havzasına sahiptir.
Mısır'ın bundan sonra küresel kapitalizm altında ezilen
yoksul ve yoksun halklarına örnek olacağı konu,
Şubat-2011'de 30 yıllık Mübarek yönetimini devirmekle sonuçlanan
Tahrir Meydanı gösterileri olacak. Kimsenin kuşkusu olmasın, sadece Ortadoğu'da değil,
Yunanistan ve İngiltere'deki kitlesel
patlama ve gösterilerde de
Tahrir Meydanı'nın büyüleyici etkisi vardır.
Müslüman Kardeşler, Marxist sol kökenden gelip İslam'la buluşan ve
genç nesilleri harekete geçiren aydınlar-akademik çevreler, şiddetten uzak duran Selefiler, geçmişteki şiddet hareketlerini özeleştiriye tabi tutan Cihatçılar ve liberallerin koalisyonuyla harekete geçen halkın doldurduğu Tahrir Meydanı, şiddet ve terörü öngören
silahlı mücadeleye başvurmadan da toplumsal devrimlerin yapılabileceğini gösterdi. Eşzamanlı olarak
Libya,
Yemen, Umman,
Bahreyn,
Ürdün ve
Suriye'de başlayan kitlesel gösterilerin arkasında Tahrir Meydanı modeli yatıyordu.
Mısır'ın
modern ve modernleşme tarihi ile Türkiye ve İran'ın modern tarihi arasında birkaç sene farkla şaşırtıcı paralellikler söz konusudur. Yakın tarihte en büyük politik değişim 1979'da İran'da İslam devrimiyle gerçekleşti. Milyonlarca insanın
yaşlı bir Ayetullah'ın arkasına takılıp 2.500 yıllık bir monarşiyi yıkıp yerine cumhuriyet tesis etmesi önemliydi.
Devrime katılan halktan kimse tek bir silah kullanmadı, Şah'ın kuvvetleri 60 bin kişiyi öldürdü, ama yine İran halkı silahlı mücadeleye iltifat etmedi. İslam Devrimi'nin
bölgede derin sarsıntı yaratacağı belliydi, nitekim o günden beri bölge bu sarsıntıları yaşıyor.
6
Ağustos tarihli yazımda belirtmeye çalıştığım gibi Türkiye, aynı değişim sürecine 1983'te başladı, 1990'larda derin bir
kriz geçirdi, ama 2002'den başlamak üzere kendi mecrasına girmeyi başardı. Türkiye'nin takip ettiği yöntem "devrim" değil,
Sünni geleneğe uygun "temkin" modelidir. Mısır'ın da ağırlıklı olarak "temkin" modeli içinden hareket ettiğini söyleyebiliriz. (Temkin için bkz. Dr. Nevin A. Mustafa, İslam Düşüncesinde Muhalefet, Çev. Vecdi Akyüz, İst. 1990) Ve elbette Türkiye yanında, çok daha bariz ve somut olarak Arap dünyasındaki değişim hareketlerini etkileyebilecek pozisyondadır.
Can yakıcı soru şudur: Ana muhalefet damarı
Müslüman Kardeşler -ki Mısır'la aynı İslami gelenekten beslenirler- olan Suriye ve Libya'da Tahrir Meydanı modeli neden yürümedi de, masum ve meşru politik talepler Libya'da Batılıların (NATO) bombardımanına, Suriye'de katliama dönüştü?