"
Avustralya Sidney'de yaşayan Kate Ogg, 27 haftalıkken
ikiz doğurdu. İkizlerden kız olanı Emily sağlıklıydı, erkek kardeşi Jamie nefes alamıyordu.
Doktorlar, yaklaşık 20 dakika bebeği hayata döndürmeye çalıştı. Ancak bebek nefes almıyordu. Bunun üzerine doktorlar
veda etmesi için Jamie bebeği annesine verdi.
Anne, bebeği 2 saat boyunca koynunda tutup okşadı, bebeğiyle konuştu ve bir mucize gerçekleşti.
Bebek yeniden nefes almaya başladı. Kate Ogg, o dakikaları şöyle anlatıyor: 'Gözlerime inanamadım. Jamie elini kaldırdı ve parmağımı tuttu. Gözlerini açtı ve başını sağa sola çevirdi. Bu gerçek bir mucize!' Uzmanlar, bu harikulade olaya "kanguru tedavisi" adını veriyorlar." (Hurriyet.com.tr., 27
Ağustos 2010)
Bir sohbette bu konuyu anlatırken Afganistan'ı pek yakından tanıyan Mehmet
Güney, bize şunu anlattı: "1985'te Afganistan'da Meymene bölgesinden geçerken 17 kişilik bir
aile çığ altında kalır. Günler sonra çıkarıldıklarında aileden 16 kişinin öldüğü anlaşılıyor, sadece bir bebek annesinin göğsüne sımsıkı sarılmış olarak nefes alıp veriyor." Hayatın gözlerimiz önünde akıp giden sayısız mucizelerinden biridir ve bizler mucizelere bakarken, onları görmüyoruz, çünkü dünyaya olan tutkunluğumuz basiretimizi bağlamıştır.
Mesele, mucizelere karşı
kalp gözümüzün kapalı olmasından ibaret değil, eğer "
insan hakları" kavramı çocukları da içine alacak kadar geniş tutulacaksa -ki
İslam fıkhına göre annesinin rahmine düşen ceninin bile hakları var; mesela Hz. Ömer cenini mirastan pay sahibi kılar- bu durumda, kadını
psikolojik, sosyal ve
ekonomik zorlayıcı enstrümanlarla evin dışına süren pi
yasa kapitalizminin mağduru "bebeklerin ve çocuklar"ın da haklarının korunması lazım.
Uzmanlar, "Bebek dünyaya geldikten sonra yeme ve barınma ihtiyaçları giderilse de stres yaşaması mümkündür" diyor: Bebeği depresyona itecek en önemli sebep anneden mahrumiyettir, ilk altı ayda annenin bebekten ayrılması halinde üç ayrı belirti gözlenir. İlki
protesto dönemidir, bu dönemde bebek sürekli ağlar, yanına biri yaklaştığında susar ancak annesi olmadığını anladığı zaman tekrar ağlamaya başlar.
Depresyon döneminde bebeğin iştahı azalır, kilo kaybetmeye başlar, mutlu olmayan çocuğun beden gelişimi yavaşlar. İçe kapanma döneminde ise ikinci aydan sonra anne yoksunluğunun devam etmesiyle bebek içine kapanır, duygusal tepkileri küntleşir, çevrede olanlara bebek ilgisiz kalır, bu durum büyüklerin şizofrenik bozukluğuna benzer bir tablonun ortaya çıkmasına yol açar. Anne ile bebek arasında olağanüstü bir ruhi bağın varlığına ve bunun çocuğun
beyin ve beden gelişimi için temel
gıda olduğuna dikkat çeken uzmanlar, sevgisini ve ilgisini veren annelerin çocuklarının beyinlerinde sevgi kanallarının açıldığını belirtir. (
Star, 11
Nisan 2011)
ABD'nin Rhode Island eyaletinde 482 anne ve 8 aylık bebekleri üzerinde araştırma yapan uzmanların bulgularına göre, bebeklikte anne
şefkati ve bakımıyla yetişen insanlar 34 yaşında bile bebeklikten etkilenir. 8 aya kadar gerekli şefkati gören bebeklerin, yetişkinliklerinde kaygı, saldırganlık ve stres düzeyleri diğerlerine göre hayli az olur.
Doğum sonrası düzenlemeler yapılmıyor değil. Ama düzenlemeler, asgari erginlik çağına kadar annesinin şefkat ve merhamet kanatları altında yetişmeyen çocuklarda gözlenen derin hasarlara çare olmuyor. Hakikatte çocuklarımız ruhen hasarlı yetişiyor; yetişkinlerimiz, yaşlılarımız ve genel olarak
toplum da hasarlı bir sosyo-psikolojik düzeni sürdürmeye çalışıyor.
Piyasa için nesillerimizi kendi ellerimizle heba ediyoruz.
İlahi yasa burada da hükmünü icra ediyor: Kreş eken
huzurevi biçer. Arpa ekilen topraktan
buğday biçildiği görülmemiştir, ne ekersen onu biçersin. İnsan kişisel hayatının çevriminde yaşlanınca çocuklaşır; bakıma, şefkate ve sıcak aile ortamına muhtaç olur. "Çalışma hayatı, daha çok gelir ve
kariyer" diye
kreşe verilen çocuklar, büyüyüp de anne ve
babalarını huzurevine verdiklerinde onlar da "Anne, baba, kusura bakmayın biz de çalışmak veya kariyer yapmak zorundayız, sizinle uğraşamayız" derler.