Geçen yazıda
modern fakihin, bozulmuş geleneğin etkisinde ve modernizm baskısı altında
fetva verirken
ilahi murada ve hükmün maksadına aykırı fetva verebileceği imasında bulunmuş, bunda da hakim düşünce/modern paradigma,
psikolojik-kültürel dayatma ve uygunsuz analojinin etkili olduğunu iddia etmiştim. Bunu iki örnek üzerinden açıklığa kavuşturmaya çalışacağım:
1) Geçenlerde
Alman FSV Frankfurt takımının sorusu üzerine El
Ezher Üniversitesi,
futbolcuların oruç tutmayabileceğini açıkladı. Ezher'in gerekçesine göre, geliri futbol oynamak olan bir şahıs oruç tutacak olsa mesleğini icra edemeyecektir. Bize 'makul' gibi gelen bu fetva, iki noktadan malul görünmektedir. Biri, fetvayı veren alim "futbolun sadece futbol olmadığı" gerçeğinden habersizdir; diğeri analoji yoluyla tarlada çalışan bir
çiftçi ile
futbolcu arasında benzerlikler kurmuştur. Bu fetva, usul
bakımından doğru görünse de, sistemler arası mücadele, büyük bir
ekonomik sektör ve kitlelerin devasa kentlerde şiddetlerini boşaltma menfezi olarak iş ve işlev gören futbolu bir aksiyom olarak kabul etmiş, bunun herhangi bir kritiğini yapmamıştır. Müftü içinde bulunduğu tarihsel ve toplumsal durum ile bunun ürünü modern baskının hiçbir şekilde farkına varmaksızın fetva vermiştir.
2) Bir soru: "Ben yüz, cilt ve saç bakımımı kuaförde ve güzellik salonlarında yaptırabilir miyim?" El
cevap: "Bakım sağlığınıza zarar vermeyecekse, israfa kaçmayacaksanız ve kocanız için süslenecekseniz bakım yaptırabilirsiniz." Fetva masum görünmektedir, ama futbol fetvasında olduğu gibi modern bağlamı göz önüne almamış, güzelliğin modern anlamda tanımlanıp ambalajlanan sentetik bir
üretim olduğu gerçeğini göz ardı etmiştir. Nasıl ki "futbol sadece futbol değilse", güzellik de sadece güzellik değildir. Modern güzeli geriden besleyen devasa bir sektör (
kozmetik, moda,
endüstri, defileler, bakım, sağlıklı
yaşam, bedenin estetize edilmesi, beden ölçüleri,
spor aletleri,
zayıflama salonları, saç rengi, ten tonu,
ağız-dudak-
burun şekli, magazin dergileri, TV programları ve daha bir dizi süreçler) söz konusudur. Güzellik, bu devasa endüstri ve süreçlere bağımlı olarak standartlaştırılır. "Güzel kadın", geleneksel Türk, Arap, Hintli kadın değil, Batılı-Kuzeyli Beyaz
Kadın modeli (
Danimarka güzeli) esas alınarak tanımlanmış ve sunulmuştur.
Masum isteklerle kuaföre giden bir kadın, niyeti ve düşüncesi bu değilse de söz konusu devasa sektörün ve sürecin bir parçası olmakta; zaman içinde ve tetikleyici unsurların etkisine göre
estetik ameliyatlara kadar gidebilmektedir.
Burada fakihi yanıltan şey, geleneksel usule göre iş yaptığını düşünüp rahatlamasıdır. Abbasilerin orta zamanlarından sonra yerleşik hale gelen usul geleneği olup, daha öncesinin sahih fıkıh geleneğiyle aynı şey değildir. Denir ki, Ebu Hanife'ye
hayvan kesimi ve et satışıyla ilgili bir mesele sorulur, büyük imam mühlet ister. Günlerce kasaplar çarşısına gider, mekanizmanın işleyişini bir ay dikkatle takip ettikten sonra fetva verir. Ebu Hanife'nin yapmaya çalıştığı şey, sorunu bağlamı içinde anlamaya çalışmak, özel tarihsel ve toplumsal durumu göz önüne alarak mevzii bir soruna çözüm üretmektir.
Modern fakihlerden çok azı modern bağlamdan haberdardır. Modern bağlam için biraz
felsefe, sosyoloji, iktisat düşüncesi ve eleştirel modernlik okumaları yapmak lazım. Aksi halde Abbasi sonrası fakihlerin şekle uygunluklarını temel alarak her modern talebe cevaz vermek mümkün. Kredi ve
finans, kadının sosyal ve ekonomik rolü, iş hayatı, ticari ortaklıklar vb. konularda muhafazakar fakihlerin verdiği fetvalara dikkatle bakın, geleneksel usul takip edilerek nasıl her şeye
evet dediklerini, çok az noktalarda rezervler koyduklarını görürsünüz.
Tabii ki "Ezmanın tağayyuru ile ahkamın tağayyuru inkar olunamaz (Mecelle, Md. 39). Ama zamanı kim değiştiriyor, tarihi kim yazıyor, soruları önemlidir. Tarihi siz yazmıyorsanız, tarihi yazanlar ve zamanı değiştirenler hem sizin zihninizi hem dininizi değiştiriyorlar.