Japonya'da yaşanan
felaketler zincirini nasıl anlamalı? Şiddetli bir deprem, her şeyi önüne katıp götüren tsunami, patlayan
yanardağ ve nükleer santraldeki
radyasyon sızıntısı.
Herkes bunların "tabii felaket" olduğunu söylüyor. "Tabii felaket veya afet", tabiattan kaynaklanan musibet d
emektir. Sel felaketlerini, heyelanları,
toprak kaymalarını, meteorların düşmesiyle oluşan büyük yangınları, kasırgaları, hortumları da bu kapsamda düşünebiliriz.
İyi ama tabiatın kendisine ne oluyor da, biz insanların ve canlıların hayatına kast ediyor? Modern insanın zihni, son derece geliştirilmiş bilimsel yöntemler, teknolojik
buluş ve sayısız
deneyle zenginleştirdiği bilgi birikimini kullanıp, tabiat olaylarının 'nasıl' cereyan ettiğini açıklıyor. Açıklamaların çoğu isabetli. Mesela, bir babanın spermi ile bir annenin yumurtasından müteşekkil zigotun nasıl teşekkül ettiğini, cenin halden nasıl doğacak hale geldiğini günü gününe takip edebiliyor? Fakat babanın akıttığı sudaki on milyonlarca spermden neden bir tanesinin seçildiğini açıklayamıyor?
Bilim adamına egosunu şişirdikçe şişiren bilimsel
kibir, bu soru karşısında aciz duruma düşmemek için, aslolanın 'nasıl' sorusu olduğunu söyleyip "niçin" sorusunu önemsizleştiriyor.
Dünyanın ikinci büyük ekonomisine sahip olan Japonya'da meydana gelen bu büyük felaket bununla ilgili
modern bakış açısını kökten değiştirmemiz gerektiğini bize gösteriyor. Paranın, borsanın, laboratuvarların, son derece mahir bilgisayar sistemleri ve devasa bir teknolojinin vuku bulacak bir felaketin önüne geçmediğini görüyoruz.
Depremler ülkesi Japonya her zaman depremlere karşı dayanıklılığıyla övünürdü. 9 büyüklüğünde bir deprem, her afetten daha büyük bir afet olduğunu, dolayısıyla insanın acziyetinin gücünden ve bilimsel başarılarından daha büyük bir gerçek olduğunu bize bir kere daha hatırlatmış oldu.
Modern bilim, insan zihnine hamakat elbisesini giydirmiş. Tabii afet veya felaketlerin vukuunda "
ilahi müdahale" veya etkinin hiçbir rolü olmadığı ileri sürülür.
Bilim adamlarını ve modern insanı en çok rahatsız eden "ilahi ceza" fikridir. Onlara göre bu bir "tabiat olayı"dır. Yerin şu kadar altında fay hattı kırıldı, bir plaka diğerinin altında kaldı, derken hem yeryüzü tabakasında sarsıntı meydana getirdi hem tsunamiye yol açtı.
Varlık âleminde "hassas bir denge (mizan)" (55/Rahman, 7-9) var. Tabiat kendi kendine var olmadı. Bu iddiayı öne süren bilim adamları yıllarca bin bir emek ve gelişmiş aletle deney yaptıkları laboratuvarların kendi kendilerine oluşup deney sonuçlarının ortaya çıktığını düşünmüyorlar, ama bu son derece karmaşık canlı tabiatın kendi kendine var olduğunu söyleyebiliyorlar. Varlık âlemi ilim, irade ve kudret sahibi Bir Varlık'ın yaratmasıdır. Yasalarını, işleyiş düzenini O koymuş ve şöyle buyurmuştur: "Düzene konulması (
ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın" (7/A'raf, 56). Belki milyarlarca sene süren yaratılış zamanı (eyyam) içinde tabiat bu kıvama gelmiştir. Onun ıslahı, kendisiyle barış ve uyum içinde bir düzene kavuşması, bize salah ve ıslahı telkin etmesidir. Dengesiyle oynadığımızda "ıslahından sonra fesat çıkarmış" oluruz. Tabiat, bozduğumuz bir saat gibi durmakla kalmaz, bize gayri meşru müdahalelerimiz şiddetinde
cevap (ceza) verir.
Bizi canımızdan ve malımızdan eden tabii afetler, tabiatın kendisinden kaynaklanmaz, tabiatta ceza ve afet takdir edecek irade, bilgi ve kudret yoktur. Başımıza gelen her musibet bizdendir, iyilik, güzellik, fayda ve hayır da Allah'tandır.
Pekiyi biz ne yapıyoruz ki bu felaketlere müstahak oluyoruz? Yaptığımız nükleer denemeler, yerin altından aralıksız çektiğimiz petrol, maden yatakları, gaz, kömür vb. faaliyetler bizim "yeryüzünün ıslahı"nı bozma fiillerimiz olmasın! Sakın nefsimizin, bir türlü vazgeçemediğimiz modern hayat tarzının putu haline gelmiş bulunan "
büyüme ideolojisi" bu musibetlerin sebebi olmasın!
Bu dünya "bizim için" yaratılmıştır, ama bizim değildir, Bir Sahibi vardır ve onu Sahibi'nin muradı hilafına kullanamayız.