Geçenlerde ünlü tiyatro oyuncusu ve yönetmen
Yılmaz Erdoğan, demokratik
açılımın başarılı olabilmesi için "din adamları"nın da sürece aktif olarak katılmaları gerektiğini söyledi.
Yılmaz'ın gösterdiği gerekçe ilginç: "Bu süreçte din adamlarının
doğal sakinliğine ihtiyaç var. Örneğin Latin Amerika'da pek çok kilise
insan hakları derneği gibi çalışmıştır."
Dinin insana sağladığı sakinliğe ihtiyacımız olduğu açıktır. Ama din sadece Batı tarihinin ve
modern dünyanın profilini çizdiği "din adamı"ndan neş'et eden bir sakinlikten ibaret değildir, din sorunların anlaşılmasında ve çözümünde bir referans çerçevesi çizer. Kısaca din sadece sakinlik ve "
nasihat" vermez, çözüm de sunar. Bu çözüm aydınlarımızın sandığı gibi içi boş bir kardeşlik, hukuki
düzenleme ve güvencelerden yoksun bir öğüt ve
ahiret korkutması değil, kamusal ve hukuki bir çözümdür.
Erdoğan'ın söyledikleri üzerinden birkaç gün geçmişti ki, demokratik
açılımın yakın tarihimizdeki
sivil kökleri ve bugün
dindarların oynayabileceği rolle ilgili
emekli askerî hakim Yusuf
Çağlayan'ın önemli bir yazısı yayınlandı. (Bkz. Açılımın geleceği, Zaman, 17
Aralık 2009) Çağlayan şunları söylüyor: "... bu kardeşlik projesine sadece Türk dindar ve demokrat tabanın
destek vermesi yeterli olmamaktadır. Açılımın geleceği
Kürt dindar ve demokrat tabanın da desteğine ve sorumluluğunu yerine getirmesine bağlı bulunmaktadır."
Temmuz ayında Sayın Beşir
Atalay, açılımı başlatırken, ilk desteği verenlerden biri bendim. Sevincim, hükümetin bir "paket" değil "bir süreç" koymasıydı. Sürece Türkiye'nin bütün fikri ve siyasi temsilcileri katılıp aralarında anlama, tanıma,
diyalog kurma ve ortak noktalarda
buluşma hedefine matuf müzakere başlatacak olurlarsa, tarihimizde ilk defa bir zoru başaracaktı. Tam bir düş kırıklığına uğradık. Çünkü hükümet kendi alanlarında değerli 12 liberal aydınla ilk çerçeveyi çizdi; ne Türk ne Kürt ne başka kökenden tek dindar bir aydını sürece dahil etmedi.
Geldiğimiz nokta ortada. Süren politik karmaşada,
Kürt sorununun muhatap tarafında sadece
PKK ve DTP gözüküyor. Karşı tarafta
CHP, MHP ve milliyetçilerle ulusalcılar.
AK Parti de arada sıkışmış vaziyette derdini anlatmaya çalışıyor. Hemen söyleyelim, Güney
doğu halkı, açılıma destek vermekle beraber, zaman içinde tek adresin PKK ve Kürt milliyetçileri olarak ortaya çıkmasından dolayı kaygılı.
İslami görüşler ve gruplar süreçte temsil edilmiyor. Sebebini anlamak zor değil: 1) Devletin içinde etkili bir grup Şeyh Said sendromunu hâlâ aşabilmiş değil. İslam ve Kürt faktörlerinin bir araya gelmesine şiddetle karşı çıkıyor. Kenan Evren'in "Bizim için bir irticacı bir PKK'lıdan daha tehlikelidir" özdeyişini hatırlayalım. 2) Sürece destek veren ABD, İslam etkili olursa
Kuzey Irak'ta "radikal İslam" hakim olur türünden bir vehme ve hurafeye inanıyor.
Her şeye rağmen açılım desteklenmeli ve halka anlatılmalıdır. Sadece Doğu ve
Güneydoğu'da değil, Türkiye'nin 81 ilinde en ücra köşedeki insana kadar doğru bir biçimde anlatılmalıdır. Bu da hakikaten Yusuf Çağlayan'ın dediği gibi "dindar Türk ve Kürt aydınlarının" işbirliğiyle -ki diğer etnik kökenden gelen aydınları da katmalı- olabilecek bir şeydir. Eğer siz
Abdurrahman Arslan'ı, Mustafa İslamoğlu'nu, İ.
Süreyya Sırma'yı, Mufit Yüksel'i, Ahmet Taşgetiren'i, Yusuf Kaplan'ı, Akif Emre'yi, Abdurrahman Dilipak'ı, Ümit Aktaş'ı sürece katmazsanız, Edirne'den Trabzon'a, Bursa'dan Konya'ya kim bu açılımı anlatacak? Kürt sorunu konusunda şimdiden klasikleşmiş bir eseri kaleme alan bir yazarın (Bkz.
Altan Tan, Kürt Sorunu, Timaş Yayınları) fikri bile sorulmuyor. Oysa Tan'ın kitabını okumadan Kürt sorununu anlamak mümkün mü?
Liberal demokratların çabası inkâr edilemez. Ama onlar, İslamiyet'i sosyo-politik bir çerçevenin referansı olarak görmüyor, talep ve sorunların liberal bir dile indirgenmesi şartını koşuyor; "Bu işe dini karıştırmayın, bu siyasi bir sorundur." deyip dindarlardan sadece destek bekliyorlar. Bu da açılımın önündeki en önemli handikaplardan biridir. Her fikre ihtiyacımız var. Zihnimizi ve ufkumuzu geniş tutmalıyız.