Ötekinin yarasını görmezden gelen, tarihi kendi acıları ve hakları üzerine temellendiren ideolojik dalgalar...
Bu dalgalar tarihin kana bul
anmasının ana nedenleri olmuştur...
Bir "topluluk"la o topluluğun "herhangi bir üyesi"ni, ya da o "üye"yle "topluluğun
yönetim yapısını" veya o "yönetim yapısı"yla "kimlik olarak topluluğu" özdeş kılan, "aynı" eden ilan eden, "aynı" gören bakış açısı bugün hâlâ pek çok karanlık halin ana sorumlusudur...
Bu tabloda nerede duruyorsunuz, bu soru önemlidir...
Zira kimliğinizi kökünüz değil, durduğunuz yer belirler...
Anti-semitizm ile
İslamofobi'nin yumurta ikizi olması gibi...
Nitekim bugün tüm Müslümanları
terörist gören bakış ile tüm
Musevileri cani gören tutum arasında yakın akrabalık vardır. Öylesine yakındır ki, bu akrabalık, Musevilerin ya da Müslümanların kendi aralarındaki akrabalıktan çok daha kuvvetlidir.
Ancak bundan farklı ve kuvvetli bir akrabalık daha var...
Cemaat-kavim, fayda, kuvvet yerine insandan, ilkeden, haktan yola çıkan kişiler Böyle düşünen insanlar, Museviler, Hrıstiyanlar, Müslümanlar, Türkler, Ermeniler, Araplar, İsrailliler, Amerikalılar arasındaki akrabalılıktır bu...
Bu iki farklı akrabalık aslında iki ayrı yola işaret eder.
İki ayrı yol iki ayrı tarih demektir, iki ayrı ve kavgalı tarih... İnsanın tarihi ve gücün tarihi...
İnsanın tarihi ışıklıdır, köklüdür, kalıcı, hâkim olandır...
Tarihte bu açıdan kimi kritik anlar vardır...
Şüphe yok ki, Nazilerin Musevilere reva gördüğü muamele, soykırım bunların en önde gelenidir.
İkinci Dünya Savaşı sırasında 800 bin Slav, Çingene, komünist yanında, 6 milyon Musevi
ölüm kamplarında
imha edildi.
Naziler buna nihai çözüm, Musevilerin soyunu kurutmak adını veriyorlardı.
27 Ocak'ta tüm dünyada bu utanç sayfasını tekrar hatırlattılar, geçtiğimiz günlerde de hatırlandı...
Çünkü 27 Ocak 1945, müttefik ordularının en ölümcül toplama kapmalarından birisine, Auschwitz'e ulaşarak kalan tutukluları kurtardıkları tarihtir...
Bu yazı Auschwitz'e doğru yol alan bir uçaktan yazılıyor...
Siz bu yazıyı okurken, biz, 27 Ocak'ın hemen ertesinde, 1
Şubat günü eski Auschwitz mahkûmlarının mihmandarlığında bu ölüm kampını lanetle gezecek, adımlarımızı ölenler ve insanlık için saygı için atacağız...
Bizi Auschwitz'e götüren şey, Aladdin
Projesi...
Bu ismi bir kenara not edin...
Bu yukarıda sözünü ettiğimiz akrabalık sistemlerinden birisine değen bir proje...
Aladdin Projesi farklı kültürlerden ve dinlerden gelen insanları, özellikle Yahudileri ve Müslümanları, uyumlu kültürler arası ilişkileri arttırmak gibi ortak bir amaç çevresinde birleştirmeyi amaçlayan, merkezi Paris'te bulunan uluslararası
sivil bir organizasyon...
2009'un mart ayında, UNESCO'nun himayesinde başlanmış bu proje,
Ortadoğu,
Afrika,
Avrupa ve
Kuzey Amerika'da 30'dan fazla
ülkede 1.000'i aşkın, entelektüel,
öğretim üyesi ve kanaat önderi tarafından
destekleniyor. Projeye, ülke ve
Avrupa Birliği gibi yapılar destek veriyor...
Nilüfer Göle projenin merkezindeki
Türkiye ayağı...
Bu
gezi de herhangi bir gezi değil, bir anma gezisi olduğu kadar bir barış gezisi...
Gezi heyeti bunun açık kanıtı...
Auschwitz'e giden heyette uluslararası İslam Konferansı Örgütü'nün başkanı,
Senegal Cumhurbaşkanı Abdulaye Wade,
Hırvatistan eski Cumhurbaşkanı Mesic,
Polonya eski Cumhurbaşkanı Kwasniewski,
Almanya eski Başbakanı Schroeder gibi isimler yer alıyor.
Abdullah Gül'ü temsilen
Yaşar Yakış, Tayyip Erdoğan'ı temsilen
Egemen Bağış gezide olacak...
Bosna Müftüsü Ceriç'i,
Kafkasya ve
Azerbaycan Müftüsü Abda'yı, çeşitli üst düzey
Hristiyan din adamlarını, aralarında Türkiye'den Hasan
Cemal,
Cengiz Aktar,
Fehmi Koru, Sedat
Ergin,
İlber Ortaylı Cemal Uşak'ın bulunduğu onlarca yazar ve entelektüeli ayrıca not etmek gerek...
İki gün size oradan yazacağız...
Önce tarihi, sonra Auschwitz'i...