Türkiye 1980 yılından bu yana devletin
ekonomik pazarlardaki ağırlığını azalttı.
Birçok hantal devlet kuruluşunu özelleştirdi. Türkiye global dünyaya daha fazla entegre oldu. Kemal Derviş'in çizdiği rotayı değiştirmeyen, aksine sıkı sıkıya izleyen
AK Parti tek başına iktidarı da Türkiye'yi ikili rakamlarla büyüterek dünya krizlerine dayanıklı hale getirdi.
Türkiye "ekonomik pazarlarını" tam anlamıyla özelleştirebildi mi? Ne yazık ki hayır. Bunun en önemli nedenlerinden biri, AK Parti yöneticilerinin daha çok kamu işlerinde yetişmeleri ve daha çok serbest meslek erbaplığından gelmeleri. Ve de tabii ki hâlâ kamunun ekonomik ağırlığının bazı sektörlerde siyasi kazanım yaratması.
Beni şu anda korkutan önce ABD, daha sonra
Yunanistan ve İtalya'daki ekonomik krizleri bahane ederek AK Parti'nin "devlet kapitalizmine" doğru geri adımlar atması.
Son ÖTV zammında Başbakan'ın "Ne var yani Yunanistan gibi mi olalım" çıkışının ne kadar etkili bir çıkış olduğunu herkes gördü. Böyle çıkışlar yapılarak Türkiy
e devlet kapitalizmine doğru hızla yol alabilir, devletin piyasalardaki ağırlığı artabilir.
Erciş depreminden sonra da konut sektöründe "devlet kapitalizmini" perçinleyen açıklamalara karşı herkesin sus pus olması hiç de iyi bir gelişme değil.
TOKİ konut sektöründe zaten yeterince ağırlığı olan, "devlet kapitalizmini" yaşatan bir kurum, bir de depreme dayanıksız binaların dönüşümüne el atarsa oradan Türkiye
serbest piyasa ekonomisinin sağ çıkması biraz zor.
TOKİ düzenleyici bir kurum olmalı, TOKİ'ye
arazi geliştirirken tanınan
vergi, bürokrasiyi aşma, imar
yapılandırma avantajları özel sektöre de getirilmeli. Eğer bu avantajlar özel sektöre de getirilirse en az TOKİ kadar
ucuz evler üretebilir.
TOKİ ise özel sektörün üzerinde "otorite" bir kuruluş değil, düzenleyici ve denetleyici bir kurum olmalı. TOKİ asla fiyatı belirleyen bir kurum olmamalı, TOKİ'nin nerede, nasıl, kaç tane ev yapacağı da siyasilerin iki dudağının arasında olmamalı. "TOKİ müteahhidi" denilen ve devletten beslenen müteahhit t
ürüne de bir son verilmeli.
"
Müteahhit Sertifikasyonu" konusuna gelirsek... Bu resmen saçmalık. Önemli olan nokta bir binanın yapımı için "depreme dayanıklı" özelliklerde ruhsat verildikten sonra depreme dayanıklı bir şekilde inşasının sağlanması. Bu nedenle de binanın yapımına katkısı olan tüm tedarikçilerin izlerinin sürülebilir bir modele geçilmesi.
Türkiye'de yaklaşık 18 milyon konut var. Böyle bir
sistemi bugünün bilgisayar teknolojisi şartlarında geliştirmek çok zor değil ki! Bugün bir üreticiden
tavuk aldığınızda ürün kodunu o şirketin internet sitesinden girin, o tavuğun hangi kümeste üretildiğine kadar buluyorsunuz. Bir binanın kodunu da girdiğinizde kumunu, demirini kimin verdiğini, çimentosunu kimin kardığını, kolonlarını kimin diktiğini bilirseniz, herkese sorumluluklarını da anımsatırsanız, o bilgi üzerinden denetim yaparsanız, kim çimentodan, demirden çalmaya cesaret edebilir ki! Bina
üretim süreçleri şeffaflaşırsa kimse dayanıksız bina yapmaya cesaret edemez.
Müteahhide
sertifika ise sadece günah keçileri yaratmaktan başka işe yaramaz. İşte
ehliyet kursları. Kurslar çıkalı 20 yıl oldu,
trafik kazalarını önleyebildik mi? Sistem kurmazsanız, sadece sistemin oyuncularından birini günah keçisi ilan ederseniz sorunu çözemezsiniz. Aksine yeni "arpalık, rüşvet" alanları açarsınız.
15 yıl sonra ben size gazetelerde okuyacağınız bir haberin başlığını şimdiden vereyim: Binlerce müteahhit sertifikasının sahte olduğu, parayla verildiği ortaya çıktı! Yanılır mıyım?
Çekirgelik
Gerçekleri yaşatmaya bir kişi bile yeter. (F. Gomes)