Yıkılmadan 5 yıl önce
Berlin Duvarı’nın arkasında nasıl bir hayat yaşanıyordu?
Hatırlayın bakalım, bizlerin hayatıyla başkalarının hayatı arasında herhangi bir benzerlik bulacak mısınız?
***
Tek kelimeyle; orada hayat Stasi’nin oyuncağı.
Senaryolu, rejili, yönetmenli bir film seti gibi.
Mektepli ve alaylı oyuncular,
sistem için performans yapıyor...
Hayatın yapımcısı sistem, sistemin patronu da Doğu
Alman istihbaratı.
Stasi; tiyatro sahnesinden evlerdeki parti salonlarına, sokaktan TV stüdyolarına hayatın bütün
köşelerinde hükümferma.
Henüz tümüyle ele geçiremediği tek yer, insan düşüncesinin biricik evi.
Yatak odalarına kurduğu tesisatı beynin mahrem labirentlerine döşeyemediği için, kesin bir yenilgi bekliyor Stasi’yi.
Kılcal damarlarına kadar
kontrol ettiği hayatın bu tartışmasız hakimi, son bir fetih peşinde...
Savaşını, düşüncenin yalçın kalesine taşıyor.
Kayıt dışı bir daktilo, bu savaşın kaderini belirleyecek bir gün.
Bilmez mi Stasi!... Tam zamanlı göz hapsine alınıyor
şüpheli.
Hedef, beynin bütün çıkış kapılarını tutmak, bütün ikmal yollarını kesmek; her taraftan kuşatarak zapt-ü rapt
altına almak...
Sayfadaki yazı karakterinden daktilonun
marka ve modeline, oradan da üzerine
kayıtlı olduğu sahibine ulaşacak kadar ustalaşıyor iz takibinde.
Ama özgürleşmek isteyen mustarip bir oyun yazarı, bulduğu kaçak bir daktiloyla huruç
harekâtını başlatıyor.
Sosyalist sanatın henüz imanını kaybetmemiş altın çocuğu Dreyman’dır bu (Sebastian Koch canlandırıyor).
Beklenmedik bir hamleyle yarıyor kuşatmayı.
Sosyalizmin
cennet ülkesinde yoldaşların mutsuzluktan
intihar ettiği haberini sızdırıyor dış dünyaya.
Ütopya ülkesi için çöküşün başlangıcı.
Gizli kahramanların içeriden yardımı olmasa, başarabilir miydi?
***
Sistemin sadık hizmetkarı
ajan Wiesler (Ulrich Mühe’nin karakteri), dikizlediği hayatların trajik açmazlarından etkilenip kendi içinde saf değiştiriyor.
Bu ruhsuz görev adamı, kurbanı için kendini tehlikeye atan insancıl bir muhafıza dönüşüyor.
‘Başkalarının Hayatı’, baştan sona bir detay filmi.
Mesajı, gerçek hayatın içinde saklı.
Abartıdan, hamasetten, coşkulu oyunculuktan, bağıran sembollerden, velhasıl
propaganda kaygısından eser yok.
Aldığı her ödülü anasının ak sütü gibi hak eden öykü, unsurları iyi seçilmiş bir arkaplanda akıyor.
Öngörülemez senaryosu, sürprizlerle çarpıyor izleyiciyi.
Müthiş bir anlatım diliyle,
duvarın ardında yaşanan hayatların içine çekiyor sizi.
Hollywood dışı sinemanın başyapıtlarından biri, belki de en iyisi.
***
Üzerinden bu kadar yıl geçtikten sonra neden şimdi hatırladım bu filmi?
Ali Bayramoğlu’nun TV programı Demokrasi Arşivi’nde perşembe akşamı izlediğim bir
dosya, bizlerin hayat serencamını anlatıyordu çünkü.
28
Şubat sürecinde bizim pencerelerimize çekilmek istenen ‘
demir perde’nin hiç yayınlanmamış evrakından örnekler getiriyordu ekrana.
Toplumun tüm kesimlerini fişlemek için verilen yazılı talimatlar, askeri erkânın imzasını taşıyor.
Zihinlerimize hükmetmek için, basındaki ‘dost kuvvetler’le müşterek harekat planları
hazırlanıp icra ediliyor.
‘Düşman kalemler’e karşı karalama ve sindirme kampanyaları düzenleniyor.
Onlardan biri ve belki de en ibretlik olanı,
Nazlı Ilıcak’a
mektup kampanyası başlatma emri.
Temalar ve kullanılacak ifadeler, talimatnamede sıralanmış.
‘’
Asker seni tatmin etmedi mi?’’ ile başlayan, namus ve iffetine dil uzatan mektupların içeriği, karargahta alınmış kaleme.
O mektuplardan kaç bin tane almıştır Nazlı Ilıcak?
Ve bugün, başkalarına yazılan benzer emailler, karalayıcı haber ve yazılar hangi ellerden çıkmıştır?
***
Dreyman, duvar yıkıldaktan sonra, Stasi’nin kozmik arşivinden kendi fişlerini bulup okumuştu.
O zaman anlamıştı, ‘zafer’i yalnız başına kazanmadığını.
‘İçerideki iyi adam’ın, hiç görünmeden hayatını kaç kez ve nasıl kutardığını da öğrenmişti o sayede.
Şüphesiz biz de yalnız değiliz; okuduğumuz fişleri, plan belgelerini dışarıya yollayan gizli kahramanlar var içeride.
Biz de kendi dosyalarımıza bakabilecek miyiz bir gün?
Kötü adamları her ifşa ettiklerinde dokunuşlarını hissettiğimiz o ‘iyi adamlar’ın yüzünü görebilecek miyiz biz de?