Vur fakat dinle. Bu
çağrı Murat Özel'e ait.
Hani şu, kimi zaman PKK'lı, kimi zaman Hizbullahçı diye suçlanan
babaya.
Başörtüsü ile ilköğretime gitmeye çalışan 13 yaşındaki Ecenur Özel'in babasına. Telefonla aradı ve şunları söyledi:
-
Diyarbakır'ın tanınmış ailelerindeniz.
-Bölgede tanınmış bir işadamıyım.
-Ne Hizbullahçıyım ne PKK'lı ne de başka bir örgüte bağlıyım.
-Hatta baba tarafından
Kürt bile değilim. Evet, annem ve eşim Kürt ama aslen Aydın Yörüklerindeniz.
-Eğitim ve iş hayatı ile ilgili olarak özgeçmişimde şunlar yazılıdır:
Mehmetçik ve
Yenişehir ilkokulu, Ali Emiri ortaokulu, Diyarbakır lisesi, AÖF İktisadi İdari Bilimler Fakültesi... ITT Federal
servis, Üçel
gıda ortağı, Özpa gıdanın sahibi, Sinanlı Gıda genel müdürü, Kerimoğlu paket
bakliyat sahibi, Yayla Bakliyat
Güneydoğu Irak bölge müdürü,
Türkiye Perakendeciler Derneği Güneydoğu genel koordinatörü, Güneydoğu Satış
Pazarlama Derneği Başkanı,
Ticaret Odası
İstihdam Oluşumu'nda öncülük, Üçkuyular
TOKİ genel
yönetim sözcülüğü, Sosyal Yardımlaşmaya Batı illerindeki işadamlarının 160 bin liralık yardımını ulaştırdım, koordine ettim ve fikir verdim.
-Kızım Ece şu anda, 10
Aralık 2009'da
sürgün edildiği okulda okuyor. Evet sürgün.
-Bana ve aileme karşı
linç uygulanıyor.
-Ailemizin tamamı içinde bizden başka bir tek
dindar insan yok, eşim-çocuğum dışında bir tek başörtülü kadın yok.
Allah bize böyle bir hidayeti nasip etti, onun için de şükrediyoruz.
-Kızım başını örtmek istedikten sonra, benim ona, devlet öyle istiyor diye
baskı yaparak başını açtırmam, benim taşıyamayacağım bir vebal.
-Devlet, eğer çocuklara karşı bir sorumluluk duyuyorsa, önce
sokak çocuklarına sahip çıksın. Diyarbakır'da sokaklarda perişan halde, on binlerce çocuk var. Mendil satıp hayatını idame ettirmeye çalışan
özürlü çocuklar var sokaklarda. Devlet önce onlara kol kanat gersin.
-Ben çocuğumu okuldan almıyorum, okula karşı bir boykot uygulamıyorum. Sadece çocuğum inancı gereği benimsediği
kıyafet içinde okula devam etsin istiyoruz.
İşte bunları söyledi baba Murat Özel.
Ne dersiniz, şu yukarıdaki bilgiler o baba-kızı aklamak için yeterli mi yoksa lince devam mı etmeliyiz?
Vakıf Gureba sancısı
Vakıf Gureba sancılı. Hastane Bezmi Alem üniversitesine tahsis edildi ve kadrosu dağılıyor. Anlaşılıyor ki bu arada mevcut kadro bir hayli huzursuzluğa itilmiş bulunuyor. Bana ulaşan birçok kişi, ciddi hak ihlalleri olduğunu ifade etti.
Uzman doktorlar genelde
İstanbul içinde farklı araştırma
hastanelerine
tayin edilmiş durumda. Onlarda bile ciddi huzursuzluk var. Ama onun dışında asistanlar, hemşireler ve diğer
personel müthiş tepkili.
Bir asistan doktor hanım arıyor:
-Tezimi vermeme bir buçuk ayım kaldı. Benim gibi 140 kadar asistan doktor var. Bunlar içinde altı aylık emzikli asistan doktor var. Kimimizi Rize'ye verdiler, kimimizi Trabzon'a ya da başka bir ile. Bir buçuk ay sonra tezimi verip mecburi hizmete gideceğim. Bu kısa sürede gittiğim yerde nerede kalacağım, ailemi ne yapacağım, benim gibi olanlar ne yapacaklar?
-Biz
e devlet memuriyetinden
istifa edin, üniversiteye
sözleşmeli geçin deniyor. Belli ki üniversitenin buna ihtiyacı var. Neden buna razı olmalıyız? Biz, uzmanlık olarak Vakıf Gureba'yı kazanmışız, oysa şimdi tayin edildiğimiz yerlerden uzman olarak çıkmış olacağız. Üstelik ne gittiğimiz yerdeki hoca bizi tanıyor olacak ne biz onu. Uzmanlık sınavında
tercih yaparken ciddi puan farkları vardı, şimdi onların hepsi heba olmuş oluyor.
Şu an Vakıf Gureba, "Bir dokun bin ah işit" türünden bir dert yumağı halinde.
Ameliyatım sırasında
Sağlık Bakanı Sayın
Akdağ aradı, hastane yönetimi büyük ilgi gösterdi, Bezmi Alem Üniversitesi rektörü, dekanı, baştabip yardımcısı ziyaretime geldi. Ayrıca Sayın Akdağ, benim,
referandum sonrası yazdığım "Evet ama..." başlıklı yazımda yer alan doktorların şikâyeti ile ilgili notlara ilişkin açıklamalar gönderdi...
Doğrusu ben, bunca duyarlı insanın ecdat yadigarı ve üstelik acıları dindirmek üzere kurulmuş bu müesseseden yükselen sızıltıları dindirememiş olmasına hayret ediyorum. Gördüğüm kadarıyla altta kalanın canı çıkıyor. Oysa bizim hayat prensiplerimiz, insanın ezilmesine izin vermiyor. Ne oluyoruz, zaman zaman yüreklerimiz kendimizden uzaklaşıyor mu?
Düşünüyorum ki, yasalar haksızlıklara imkân verse, bizim yüreklerimiz onu süzmeyi bilmeli. Bunu yapabilsek, idare ettiğimiz müesseselerden bunca çığlık yükselir mi?