Ben, Saadet çizgisinin
Türkiye siyaseti için büyük önem taşıdığını, Meclis'te var olmasının şu anda
AK Parti için de önemli "tanzim" görevi ifa edeceğini hep söyledim.
Ama "Hangi Saadet" diye bir sorunun da sorulması lazım.
Saadet şu anda sancılı.
Saadet, genel başkanlığa belli ki
Erbakan Hoca'nın iradesi ve Saadet tabanının onayı ile getirilen
Numan Kurtulmuş'la şimdi sorunlu.
Numan Kurtulmuş Saadet'e bir şey kattı mı diye sorulsa herhalde hiç kimse katmadığını söyleyemez.
Ama Numan Kurtulmuş, şu anda tam bir yol ayrımında. Onun duygu dünyasında, her şeyin yeni baştan kurgulandığı, siyasete temelden bakış noktasında burukluklar oluştuğu, bu arada yeni bir parti düşüncesinin bile geçtiği söylenebilir.
Ama bir yanda da, sadece Erbakan'ın değil, bir dünya insanın emeği ile oluşmuş bir misyon var. "Saadet Erbakan'ın malı idi, onu ona ve onun
tayin ettiklerine bırakmak lazım" deyip gitseniz, olur mu?
Saadet üzerinde Erbakan'ın belirleyiciliğini gözardı etmek mümkün olmasa da, böyle bir misyonu tek isimlerle başlatmak ve bitirmek sağlıklı mı sorusu da sorulmalı derim ben. "AK Parti Tayyip'in malı" demek ne kadar yanlışsa, "Saadet Erbakan'ın malı" demek de o kadar yanlış. Misyonların hayata geçmesi için insan çok önemlidir ama misyonlar tek insanlarla kaim olmaz çünkü.
Ama reel durumda ne olur, o ayrı tabii.
Biz dünyalı insanlarız ve bazen "ben merkezci" olur, kurallarımızı kendimize yontarız.
Kendimizin önemi en öne geçince de, başkalarının önemini yok farz edebiliriz.
Benim bulunduğum bir ortamda, mensubu olduğum hareketin lideri, Meclis'te bulunan "ağabeyler"e tek tek şöyle sormuştu:
"Sen, falanca ağabey, benimle dünyanın ve Türkiye'nin bütün meselelerini istişare edecek liyakatte misin?"
Ne desin o "ağabey?"
-Estağfurullah abi demişti.
Bu iş bazen böyle yürüyor.
Ben de o toplantıdan, "Teşkilatlarda genelde yukarıdan aşağıya
denetlemeler her zaman yapılır. Ama acaba aşağıdan yukarıya bir denetleme sistemi de olmalı değil mi" diye sormuş ve yollarımı ayırmıştım.
Numan Kurtulmuş ne yapsın?
"Tabii lider"le kıyasıya bir mücadeleye girsin mi yoksa edep meselesi yapıp, başka bir yol mu tutsun?
Artık karakter haline gelmiş duygulara bakıldığında karar vermek o kadar zor ki...
Gelişmelerin nasıl olacağı henüz net değil bilemiyorum, belki Saadet hakkında son tayin edici rolü yine Erbakan Hoca oynayacak.
Ama o Saadet, Türkiye'nin ihtiyacı olan Saadet mi olacak, doğrusu çok emin değilim.
En son,
Fatih Erbakan'ın "Muhterem
babam"lı TV mülakatına şahit oldum, üzüldüm.
Fatih Erbakan'ın gerçekten muhterem olan babasından "Muhterem babam" diye bahsetmesi tabii ki iyi bir şey. Ama bu siyaset arenasında baba-oğul muhabbeti böyle siyasi bir mücadele dili olarak sergilenmeli mi, bu dilin Türkiye ortalamasına verdiği
imaj ne soruları aklımı kurcalıyor.
Bir ara Hoca'yı Hidiv Kasrı'nda dinlemiştim. Şimdi kürsülerde yaptığı konuşmalara benzer bir dünya analizi yapıyordu.
Oradaki izlenimim şu olmuştu:
-Hoca reel politik diye bir kaygıdan azade bir çizgi üzerinde.
O analizler, tabii ki yapılabilir. Ama bu bir siyaset dili mi, mesela o analizi, Türkiye'nin Başbakanı olarak da sürdürebilir mi, doğrusu sanmıyorum.
Numan Kurtulmuş da, aynı ekolün içinde yetişti geldi. Ama Erbakan'ın şu andaki söylemine yansıyan dili konuşmuyor.
Ben Kurtulmuş'tan, Fatih Erbakan türü, "Muhterem babam"lı bir dil konuşmasını da bekleyemem.
Benzeri şekilde "sadakat" değerlendirmelerinin de, içindeki dini öz ile şu anda Türkiye toplumuna söylediği bir şey yok.
Sonuçta siyaseti, şu andaki Türkiye toplumu ile
iletişim sağlayarak sürdüreceksiniz.
Sorsak:
Kaç tane Fatih Erbakan dilini kullanan insan var Türkiye'de?
Yani demek istediğim, siyasetimizin özünde
İslam'la alakalı bir
damar varsa, ben şu söylem biçiminin onun sağlıklı bir takdimi niteliğinde olmadığını ifade etmek istiyorum.
İslam ve siyaset, bu ölçüde babadan oğula bir görüntü içinde yapılacak bir şey değil, bu daha çok, kendi ailesinin geleceğini tanzim kaygısı çerçevesinde bir
algı veriyor.
Saadet Numan Kurtulmuş'u ne yapacak, Numan Kurtulmuş Saadet'le ilişkisini ne yapacak, bu, bugünlerde netleşir.
Ben, tabii liderlerin kendi çocuklarını boğma hakkı varsa, eh, boğun o zaman derim. Ama yine, herhalde bunların hesabının görüleceği bir dünya da vardır. Herkes, madem inançlardan yola çıkılıyor, o dünyada verilecek hesabı da dikkate almalı derim. Yaşı ilerleyenlerimiz, hayat
defteri üzerinde daha çok titizlik göstermeli de derim. Geçmiş hayat defterlerini arındırma çabasını daha çok yoğunlaştırmalı da derim. Görenler için yolun sonu görünüyor.