Bayram tatilinin iki günü Kahramanmaraş'ta idim. Bir anne bana "Ne olur, öğretmenleri ve annelerini de yaz" dedi.
Bildiklerini, gördüklerini, yaşadıklarını anlattı.
Üç çocuk annesi idi.
Eşi yıllar önce
vefat etmişti.
İkisi kız üç çocuğunu okutmuş, öğretmen yapmıştı.
Onların her biri, on binlercesi, yüz binlercesi gibi
KPSS zulüm çarkından geçmişti.
Lise matematik öğretmeni olan birisi,
genç bir kız, yıllar sonra 90'ın çok üstündeki puanla önce Ordu'nun bilmem hangi ilçesine, sonra Bitlis'in bilmem hangi ilçesine
tayin edilebilmişti. Sözleşmeli, kadrolu berzahlarını aşarak...
Bir başkası yine aynı KPSS zulüm tezgâhından geçip,
sözleşmeli-kadrolu berzahları içinde dolaşıp, Urfa'nın Suruç'undan, listede Adıyaman'ın merkez köyü diye bildirilen susuz-
tuvaletsiz-öğrencisiz ve de evsiz ve de
ulaşım araçsız köyüne gönderilmişti.
Oğul, 92 puanla şu sıralardaki tayinlerde bir yere ulaşmak umudundaydı.
Anne ne yapsındı?
Hangi kız evladına kol kanat gersindi?
Hangisinin yanında bulunsundu?
Hangisine ev, hangisine barınak, hangisine güven olsundu?
Ordu'ya gitti, Suruç'a gitti, Bitlis'in Hizan'ına gitti, şimdi Adıyaman'ın köyüne gitmeye hazırlanıyor.
Anne bu, kolu binlercedir, kanadı binlercedir.
Ama bazen o bin kanat ve kol bile yetmiyor.
Milli Eğitim Bakanlığı okulsuz köy, öğretmensiz okul kalmasın diye uğraşıyor.
İyi yapıyor.
Gençler; KPSS zulmüne rağmen, işsizlikten kurtuluş için bir kapı araladığı için en uzak sınırlarda bile görev bulabilmeyi lütuf gibi algılıyor, sözleşmeli-kadrolu ayrımı gibi adaletsizlikleri sineye çekiyor.
Anneler, özellikle kız evlatları için paramparça olmaya razı oluyorlar.
Ama sevgili
bakan...
Ama sevgili
Başbakan...
Anneler çok zorlanıyor.
Biliyor musunuz, yürekleri paramparça...
Hangi evladı için nasıl kaygılanacağını bilemiyor anneler.
Bakın,
ana sınıfı öğretmeni olarak tayin edilen bir genç kızın gönderildiği köyden bahsediyorum:
Okulun tuvaleti yok. Dışarıda bir kulübe tuvalet olarak kullanılıyor. Öğrenciler tuvalet ihtiyaçları olduğunda evlerine gidiyor. Su, köy meydanındaki çeşmeden sağlanıyor. Köyde barınacak ev yok. Lojman gibi bir yer var, onu da okulun müdürü kullanıyor. Şehirden 30 kilometre uzaktaki köye düzenli vasıta çalışmıyor.
Öğretmen şehirden köye gidecekse karda-kışta kıyamette ne yapacağı belirsiz.
Ne yapsın 22 yaşındaki bir genç kız?
Onu oraya gönderen anne ne yapsın?
Öğretmen deyince iş, bir dokun bin ah işit cinsinden bir dert yumağıdır, bunu herkes biliyor.
Yıllardır, çocuklar ya anasız ya babasız büyüyordu, çünkü eş durumundan
aileler birleşemiyordu.
Sağolsun,
Nimet Çubukçu bakan oldu ve aile birleşmesinin önündeki engelleri kaldırdı.
Ama Sayın Bakan bilmeli ki, bu, dert küpünün üstündeki köpüğü azalttı sadece.
Kısa süre içinde on binlerce öğretmen atandı ve her biri Türkiye'nin doğusundan batısına savruldu.
Kalacakları yer nasıldır? Kışın nasıl olur?
Ulaşım imkanları ne durumdadır?
Eğitim ortamı nedir?
Ve onları oralara gönderen anne babaların yüreği güven hissetmekte midir?
Ben derim ki, Sayın Bakan, şöyle gelişi güzel örneklemelerle diyelim, Yüksekova'nın bilmem hangi köyüne, beldesine yapılan tayini
kontrol etmek için oraya gitmeli.
Oraya öğretmen olarak gönderilen genç kızın yaşadığı şartları görmeli.
Sonra onları orada,
kaymakam, vali, milli eğitim müdürü, her kime emanet edecekse onlara emanet etmeli.
Değilse, Kars'ın sınır köyüne tayini çıkan genç kız, sevinçten çığlık atıyor, oraya vardığında ise daha ilk gün, pişmanlık duvarına tosluyor.
Böyle bir yıkılışın ardından eğitim beklemek ne derece mümkün olur?
Ben derim ki, anneler, öğretmen olarak okuttukları çocuklarını Milli Eğitim Bakanı'na emanet etmekte ve gözlerinin arkada kalmamasını talep etmektedirler.