Hürriyet'te bir haber: "Eşbaşkan
Türkiye."
Haberin ilk cümleleri şöyle: "11 olaylarının 10'uncu yıldönümüne iki gün kala köktendinci terörizme karşı yeni bir girişim başlatıldı. ABD
Dışişleri Bakanı
Hillary Clinton tarafından açıklanan '
Küresel Terörizmle Mücadele Forumu' adlı yeni girişimin eş başkanlığını
Amerika ve Türkiye üstlenecek. Clinton'a göre Forum'un en önemli amacı, otoriter rejimlerin pençesinden kurtulan
Ortadoğu ülkelerinde köktendinci terörizmin zemin kazanmasını önlemek olacak."
Bu kurguyu bir yerlerden tanımamız lazım.
Soğuk savaş sona erip, NATO'ya yeni misyon arandığı 1990'lı günlerden.
O zamanlar gündemde "Varşova Paktı dağıldığına göre NATO niye var olsun" sorusu vardı ve bunun cevabı "Dünyanın enerji merkezi Ortadoğu'da
kriz odakları var. Bu kriz odaklarına acil müdahale lazım. NATO bunu yapsın" şeklinde verilmişti. Kriz odaklarını ise köktendinciliğin, diğer ifadeyle radikal, siyasal
İslam'ın beslediği değerlendirmeleri yapılıyordu.
Tam o sırada, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) konuşulmaya başlanmıştı.
Tam o sırada BOP'ta Amerika ve Türkiye'nin eş başkan olması konuşulmaya başlanmıştı.
Ortadoğu'da
demokrasi isteniyordu.
Ama aynı zamanda "İslam eksenli siyasi hareketler"e "Köktendincilik" damgası vurulup, kriz odağı olarak suçlanıyordu. "Bu ülkelerde demokrasiye geçilirse,
iktidara hep siyasal İslam gelir" mantığı hakimdi ve bu yüzden otoriter yönetimlere göz yumuldu. Cezayir'de, İslami Selamet Cephesi'nin siyasi başarısına karşı darbenin "Demokrat!" Batı tarafından kollanması, Türkiye'de Refahyol'a karşı 28
Şubat operasyonunun yapılması bu niteliktedir.
2002'de
AK Parti iktidara geldi.
Eşbaşkanlık bir süre AK Parti döneminde de devam etti, sonra BOP da, eşbaşkanlık da uyudu.
Sonra Türkiye'nin-Batı'nın birlikte desteklediği
demokratikleşme hedefli
Arap Baharı başladı.
NATO, "kriz odağı" mantığıyla askeri müdahalede bulundu.
Ve baştaki habere geldik: "...otoriter rejimlerin pençesinden kurtulan Ortadoğu ülkelerinde köktendinci terörizmin zemin kazanmasını önlemek için Amerika-Türkiye ortak forumu..."
Acaba nasıl bir konsept bu?
Bir yerlere akıyoruz.
Bir yanda Türkiye'nin Amerika tarafından onaylanan "Bölgesel liderliği" konuşuluyor, bir yanda "Amerika'nın
bölgesel
politikalarına uyum içinde bir Türkiye rolü" konuşuluyor.
Şu soru önemini kaybetmiş değil: Türkiye'nin Füze Kalkanı sistemine ilişkin rezervleri ortadan kalktı mı ki, bu sistemin hem de İran'ı rahatsız edecek nitelikte Türkiye topraklarına konuşlandırılmasına onay verildi?
Buradan çıkacak bir soru daha var: Bundan sonra İran'la ilişkiler nasıl seyredecek?
Bence, Türkiye adına Davutoğlu'nun mimarlığını yaptığı
dış politika, özgün bir politika idi.
O sıralar "sıfır sorun" gibi özgün projeler devreye konmuştu. Türkiye'nin "Yumuşak Güç" niteliğinin altı çizilmişti. "Herkesle konuşabilen Türkiye" önemli bir dış politika dili olarak değerlendirilmişti.
Şimdi durum nasıl?
Gerçekten her dış politika hamlemiz, "Bölgede lider Türkiye" hedefine yönelik mi? Bölgede olan biteni hep biz mi güdüyoruz?
Böyle bir rolün, bizim tarafımızdan onaylansın onaylanmasın, yaygın biçimde altının çizilmesi isteğimiz bir şey midir? Böyle bir rolün altının çizilmesi, kimi yüksek tonlu söylemlerimizin inandırıcılığını zayıflatmaz mı?
Amerika ile ilişkilerimiz bölge ülkeleri için ne anlam taşıyor, Amerika için ne anlam taşıyor? Ve asıl Türkiye için, mesela İsrail'le yaşanan gerilim söz konusu olduğunda ne kadar güven verici?
Şunu söyleyeyim:
En başta Hürriyet'ten naklettiğim haber mesela bir 28 Şubat iktidarı döneminde olsaydı, tüm bölge için büyük
tehlike diye niteleyebileceğim bir hadise olurdu. Bir tek, "Bu iktidar bu konuda yanlış yapmaz" gibi bir hüsnü zan, o büyük endişeleri nispeten azaltıyor.
Şu soruyu zihnimden atamıyorum:
Şu anda dış politikada gerçekten kontrollü bir gidiş var mı?
Keşke içimi rahatlatacak daha çok şey bilsem.
İZİN: Sevgili okuyucular, 15 gün kadar izin kullanmak istiyorum. Yeniden buluşmak üzere.