Kendileri hassastır,
Türkiye'de bazı şeylerin "Fetiş" haline getirildiğini, bunların da bazı önemli adımların atılmasına mani olduğunu düşünür.
Sanki "Fetişe"e saygı göster, sorunu hallet!" felsefesini uygular. "
Çankaya Sofrası" uygulamasında da böyle bir tutuma
tanık oluyoruz.
Hayır, bu uygulamayı yadırgıyor değilim. Bir Cumhurbaşkanı'nın
ülkenin her alanda güngörmüş zevatını davet edip fikir alışverişinde bulunması son derece isabetli. Düşünce adamları, iş adamları, sanatçılar, kıdemli politikacılar, hatta
halk içinden
bilge insanlar, bir devlet adamına ciddi ufuklar açabilir. Sayın Gül'ün ilk "Çankaya Sofrası"na tarihçi Halil İnalcık'la eski
Kültür Bakanı ve
şair Talat Halman'ı davet etmesi de "bir yerden başlamak" açısından olumlu. Burada Gül'e has "denge arayışı" var mı, bilemem ama, mesela sayın Gül, bu görüşmelere Turgut Cansever ve Rasim Özdenören'le başlayabilir miydi? Bunu değerlendirmiş midir, "Bu işe, şu tip insanlardan başlayalım" gibi bir seçme yapılmış mıdır? Sanırım. İleride "Çankaya Sofraları" na davet yapılırken yelpazenin genişleme seyri herhalde kamuoyunca dikkatle izlenecektir. Ama her halükarda, bu buluşmaların Sayın Gül'e önemli bir fikir zenginliği taşıyacağı muhakkaktır. Ayrıca sayın Gül'ün, devletin, Türkiye'nin düşünce ve duygu ufkuyla temasını canlı tutması açısından da önemlidir.
Ben, mesela, bu çerçevede sayın Demirel'le sayın Erbakan'la da görüşmenin çok faydalı olacağını düşünürüm. Sayın İzzettin Doğan'la, sayın Bartelemeus'la, sayın Gülen'le, sayın Mihri Belli ile, belki eski Türkiye Birleşik Komünist Partisi Genel Sekreteri Nabi Yağcı ile... Ne bileyim, elhasıl bir Cumhurbaşkanı her çevrenin "Akil adam"ı ile görüşebilmeli... Bu devlete derin bir
toplum ufku kazandırır.
Abdullah Gül'ün bu vüs'atte bir kişiliğe sahip olduğunu düşünüyorum.
"Çankaya Sofrası"ndan yola çıkış ve
içki meselesine gelince...
Mustafa Kemal Paşa'nın Çankaya Sofrası'nın da, böyle bir nitelik taşıdığı doğrudur. O sofranın "içki" ile birlikte anılması da bir gerçeği ifade eder. Ama, 2007 yılında kurulan bir "Çankaya Sofrası" nın da, "içkili hüviyeti" dahil
taklit edilmesi şart mıdır? İçkinin
Atatürk'ün sofrasına artı veya eksi nasıl bir değer kattığı tartışılabilir. Ama Atatürk içkiyi seviyordu ve onun için içkisiz bir
masa kurulması düşünülmemiş olabilir. Soralım: Atatürk içkisiz masa isteseydi, "Çankaya Sofrası" katılanların keyfi için gene de içkili olabilir miydi? Buna ancak "Güldürmeyin insanı!" denebilir. Belli ki Abdullah Gül, kendi iradesine kalsa o masada içki bulundurmayacak. Ama medya ne der? Ya "Çankaya Sofrası içkisiz olur mu?" denerek, proje baştan baltalanırsa...
Ya "Sofra"ya davet edilenler "İçkisiz olmaz abi" derlerse... Ya davete katılanlar,
Güven Erkaya Paşa gibi "İçki yok mu burada
garson kardeş!" gibi bir çıkış yaparlarsa... Böyle bir yığın ihtimal "Türkiye gerçeği"nde akla gelmez değil. Bakın, ilk "Sofra"ya beyaz şarap konmuş ve Talat Halman'ın verdiği bilgiye göre "konuklar" ondan yudumlamışlar! Herhalde "Cumhurbaşkanı içki kullanmıyor, nezaketen biz de kullanmasak" gibi bir yaklaşımı "
mahalle baskısı"na
boyun eğmek olarak telakki etmişlerdir. Türkiye yaman ülke... En çok aydınlananlarımız bile "İçkisiz olmaz abi!" muhabbetine yatabilirler. Paşalarımızın eşlerinin, Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın eşleriyle katılmadıkları bir resepsiyonda kocalarını dansa kaldırarak "Cumhuriyet'in çağdaş değerleri adına" ve "adeta" nispet yaptıkları bir memlekette yaşıyoruz.
Bu durumda Abdullah Gül'ün "Çankaya Sofrası"na içki koydurmasına ne diyeceksiniz?
BİR NOT: Endonezya'da bir günde 79 milyon
ağaç dikilmiş. Devlet Başkanı Susilo Bambang da hükümet üyeleri ile birlikte ağaç dikme kampanyasına katılmış. Sayın Cumhurbaşkanımız Türkiye için böyle bir öncülük yapamaz mı?