Terör memleketin
kimyasını bozdu gerçekten...
Herkes, her şey format karmaşası yaşıyor.
1984'ten bu yana geçen 27 yıl içinde, askerin de formatı bozulmuş,
sivilin de, medyanın da,
korucunun da, hatta sivil halkın da... Müthiş bir savruluş yaşanıyor.
Faili meçhuller oradan çıkıyor,
emniyet birimleri içindeki eşkıyalaşma oradan çıkıyor, askerin militerleşmesi oradan çıkıyor...
Devlet devlet olmaktan çıkıyor,
terör vasatında, millet millet olmaktan çıkıyor hatta... Akıl gidiyor, basiret gidiyor,
öfke geliyor, telaş geliyor ve
cinayet geliyor.
Korucu ucubesi bir yandan, itirafçı ucubesi öte yandan, yargısız
infaz başka yandan, hizbi kontra,
ölüm listeleri,
örgüt içi infazlar, güvenlik birimlerinin birbirine karşı infazları, hep bu anafor içinde
ülkenin başına gelenleri oluşturuyor.
Kimya bozulması
Alın şu
Uludere faciasını...
Nasıl okuyabilirsiniz terörün kimya bozması dışında?
35 can gitti orada... Yukarıdan bombalar yağdı, aşağıda yaşları 12, 15, 20 olan
genç insanlar, semerlerine mazot bidonları bağlanmış
katırları ile birlikte yok oldular...
Neresinden tutsanız elinizde kalıyor.
Orası bir korucu köyü. Yani köy halkı, devletin yanında, sınır bekleyen, gerekirse
teröristle mücadele eden insanlar...
Ama geçim yolları
kaçakçılık.
Kaçakçılık yaparken teröristlerin memlekete girip çıktığı yolları kullanıyorlar.
Kaçakçılık sözde
yasak ama sınırı bekleyen askerlerin nezaretinde
kaçakçılık yapıyorlar.
Çünkü başka gelirleri yok. Çünkü korucular. Çünkü devletin yanındalar.
Sınırı bekleyen askerler, her seferinde sınırdan geçenlerin kaçakçı mı terörist mi olduğunu ayırt etmek zorundalar.
Değilse her seferinde "
operasyon kazaları" olma riski var.
Çoban ve kaçakçı zannedip, geçmelerine göz yumarsanız, katırlarla
silah ve
mühimmat taşınması ve sizin karakolunuzu vurabilme riski bulunuyor.
İşte
Dağlıca...
Çukurca... İşte
Hantepe ya da
Gediktepe...
Ağır silahlar katır sırtında taşınmış ve belki de "kaçakçı" ya da "
çoban" diye göz yumulmuş... Sonra gelsin sıra sıra
şehit cenazeleri... Gelsin Anadolu'nun bağrında y
akılan terör yangını...
O zaman, istihbaratı iyi değerlendiremeyip pusu yemekle suçlanıyorsunuz.
Ama tersinden, terörist zannedip bombaladığınızda da, onlarca köylüyü katledebiliyorsunuz.
Bu da, terör örgütüne ve onların ülke içindeki KCK ağına ya da dünyadaki
propaganda merkezlerine malzeme vermek anlamına geliyor.
Her şey, anlık istihbaratlara ve onların anlık değerlendirmesine bağlı.
Süratli hareket etseniz yanlış
bombardıman yapıyor, yavaş hareket etseniz pusu yiyorsunuz.
Askerin de formatı ve kimyası bozuluyor bu arada,
siyasetçinin de...
Ayrıca asker kaçakçıya göz yumsa, kaçakçı ile menfaat işbirliğine girmekle suçlanabiliyor.
Herkes pusuya yatıyor ve birbirinin açığını kolluyor.
Şeytani oyunlar
Bu arada terör örgütünün şeytani oyunları var.
Ah devlet, bir sivil grubu öldürse de, örgüt dünyanın önüne çıkıp, "Görün işte Kürtler'e neler yapılıyor" diye vaveyla koparsa...
Bakın, Uludere olayı üzerine örgütün siyaset ve
militan ayaklarının etekleri zil çalıyor.
Meydana çıktılar ve ortalığı ateşe verdiler.
Bir süredir suskundular oysa... Bu tür yanlışlar, kan takviyesi yapıyor terör örgütüne...
Korucu çocuklarının cenazesini
PKK bayraklarıyla kaldırmak da cabası...
Bu durumda ne yapmalı?
Terörü kesinlikle bitirmeli çünkü bataklığın gerçek adresi o.
Bölgeyi rahatlatmalı,
bölge insanını rahatlatmalı, bunun için de,
insan hakları alanında yapılabileceklerin azamisi yapılmalı.
Ve Uludere faciası bütün boyutları ile ortaya çıkarılmalı.
Cumhurbaşkanı'nın ve Başbakan'ın bizzat ziyaretleri ile -başka türlü bu travma gitmez çünkü- çocuklarını kaybeden köylülerden özür dilenmeli, tazminat ödenmeli.