Bazen şerden hayır doğar ya...
Biz de, şu yaşadığımız
kaos ortamında bir şeyi kazandık.
Bazı çevrelerin
milli irade diye bir şeyi keşfetmelerini...
Bu, az buz bir şey değil.
Bu memlekette yargı marifetiyle
halktan yüzde 47 oy almış bir siyasi parti hakkında
kapatma davası açıldığında, etekleri zil çalan anlı şanlı ana muhalefet partilerimiz vardı.
O zaman "Canım, suçları olmasa
kapatma davası açılmazdı" gibi gerekçeler ağızların sakızı idi. "Şeriatın kestiği
parmak acımaz" öz deyişi, alınmış "Laik düzenin kestiği parmak acımaz" haline getirilmişti. (
Nazlı Ilıcak dün, Sabah'taki yazısında Balbay'ın AK Parti'nin kapatılması davasında nasıl "
Yargı da millet adına karar verir" serenadında bulunduğuna dair müthiş örnekler sıraladı.)
Şimdi ne oldu?
Ergenekon,
Balyoz ve KCK sanıklarını kurtarmak için, "Milli irade", bir
kilit açıcı unsur haline getirildi.
Varsa yoksa milli iade.
Eh, bu da demokrasimiz açısından
küçük bir ilerleme sayılmaz. (Bundan sonra milli irade adına bir şeyler talep edildiğinde umarım birileri "O kadar da milli irade olmaz" gibi tepkiler vermez.)
Yalnız bu arada, hukukun da canına okumamak lazım.
Evet, hukuk hata yapabilir.
Evet, yasalarda yanlışlıklar olabilir.
Ama "Mahkemeler millet adına karar veriyor" diyerek, yargılamaları
halk oylaması ile yapmaya başladığınızda eski komünist ülkelerde uygulanan ve büyük hukuk facialarına yol açan "Halk Mahkemeleri"ne doğru yol almaya başlarsınız.
Şimdi oturmuşuz, gazetelerdeki köşelerimizde ya da ekranlarda, Ergenekon, Balyoz, KCK sanıklarının tutukluluk ya da Hatip Dicle'nin mahkûmiyet gerekçelerini tartışıyoruz.
Elimizde de
seçim sonuçları var.
Seçim sonuçları bir sıfır galip başlıyor işe ve dosyaları hallaç pamuğu gibi atıyoruz.
Bir tek, "Niye hâlâ devam ediyor Ergenekon davaları" demediğimiz kalıyor. Balyoz'u, KCK'yı çoktan bitirmişiz.
Aslında ne gereği var yargıçların, savcıların diye sormak bile mümkün.
Yargı nereden keşfedilmiş ki...
Yargı-yasama-yürütme erki neden ayrı ayrı yapılanmış ki...
Aslında iş bizim medyada hallediliveriyor.
BDP'yi küstürmemek lazım.
Sokakları küstürmemek lazım.
Kandil'i,
İmralı'yı küstürmemek lazım.
Cumhurbaşkanı,
Başbakan,
Meclis... Herkes Ergenekon veya KCK sanıklarını kurtarmak için seferber olmalı.
Bir tek umut İmralı'da kalmıştı.
Şayet İmralı'daki zat, BDP'lilere "Yahu aptallık etmeyin, bırakın şu boykotu moykotu. Bunlar çocukluk hastalığı. Girin Meclis'e, çözüm için çaba sarf edin" derse iş değişecekti. Sağduyuyu şu kadar bağımsız milletvekili keşfedememişti, İmralı keşfedecekti.
Keşfedebilir miydi?
Neden olmasındı?
Asıl canı yanan oydu. Çözüm olursa onun için bir
ümit ışığı doğacaktı. (Olmadı, İmralı da, avukatları aracılığıyla "Bildiğiniz gibi yapın" mesajı gönderdi.)
Şimdi kaosu sürdürme hesabı var.
Acaba BDP'liler boykotu ne kadar sürdürecekler?
"Kürdistan'da özerk yapı kuruluncaya kadar mı?"
O özerk yapı Türkiye'ye savaş açıp İmralı'daki zatı kurtarmayı mı deneyecek?
Ne kadar saçma ihtimaller üzerinde duruyorum değil mi?
Ama kaosun parçası olanlar ve kafalarındaki şeyi herkese dayatmaya çalışanların, yaptıkları işi ne kadar sürdürebileceklerini görmemiz için bunları söylüyorum.
Ne demiş oluyoruz zımnen?
"Meclis'e gitmeyiz, herkes de
kuzu kuzu bizim istediklerimizi yapar."
Bunun adı, dayatma ve tehdit değilse ne?
Hele
CHP'nin "Meclis'i tıkama" tehdidine ne demeli?
CHP Ergenekon davasını, MHP Balyoz davasını, BDP, KCK davasını,
sandık yoluyla bitirmek gibi bir yola girdi, şimdi bu hamle yargı duvarına tosluyor. Olan budur.
Şimdi herkes aklıselim içine girip, Meclis'i çalıştırmaya başlamalı ve Anayasa'da, yasalarda yanlışlık olarak ne varsa onları düzeltmeli ve Türkiye'yi rahatlatmalı.
Meclis'i çalıştırmaktan başka her yol maceradır.
Şifa dileği: Tedavi için hastanede bulunan Mehmet Ali Birand'a ve Orhan Miroğlu'na geçmiş olsun dileklerimi sunuyor, acil
şifalar diliyorum.