Bir yandan bakıyorsunuz müthiş kudret sahibi bir insan diye düşünüyorsunuz, bir yandan baktığınızda da,
Başbakan ile kendi kadrolarının arasına sıkışmış bir simayı görüyorsunuz.
Bir soru:
-
Aydın Doğan, tüm medya gurubu ile
AK Parti hükümetini devirmeye mi soyunmuştur?
Bu sorunun cevabı herhalde "Evet, aynen öyle" değildir. Çünkü bu
akıl kârı değildir, çünkü
seçimden çıkalı sadece bir yıl olmuştur, AK Parti'nin halktaki
oy oranı hâlâ yüzde 40- 50 civarındadır ve iktidarın yıprandığına dair bir belirti de gözükmemektedir. Daha önemlisi, alternatif yoktur. Öyle ki ana muhalefet partisinin oy oranı, AK Parti'nin oy oranının yarısından azdır.
Artı, Meclis'te bulunan iki (
CHP - MHP) oylarının toplanması da AK Parti oylarını karşılamamaktadır. Ve artı, muhtemel bir seçimde farklı bir sonuç çıkacağı umudu yoktur ve nihayet, AK Parti istemezse seçime gidilmez, şu anda muhalefetin seçim istediğine dair de bir işaret yoktur, çünkü muhalefetin seçimde başka bir sonuç elde etme ümidi yoktur.
Eh, artık
darbe yapılamayacağına dair çok yaygın bir ortak kanaat de söz konusudur, yani "
Medya darbe bile yaptırır, onun için medyayı dördüncü değil birinci kuvvet saymak lazımdır" tarzındaki
Erol Simavi böbürlenmesi de sökmüyor. Bunca gerçek dururken, her şeyden önce istikrarı önemsemesi gereken bir patron. gemileri yakar da, hükümetle boğuşmaya kalkar mı?
Hilton arazisinin 3 milyar dolarcık (!)
rant hesabı, bunun için değer mi?
3 milyar doları küçümsüyor musun, diye soranlar tabi ki olacak? Ama karşılığında "gemileri
yakmak" var, Aydın Doğan adına, bütün enstrümanlar bitti mi ki, iş böylesine çetin bir
kavgaya kaldı, sorusu pekala sorulabilir. Peki Aydın Doğan'ın bu işi planlaması akıl kârı değilse,
Doğan Grubunun bu "Gemileri yakmış" görüntüsü neyin nesi? Önce şu soru sorulmalı?
Acaba gerçekten Doğan Grubu böyle bir görüntü sergiliyor mu? Yoksa bu, Başbakan'ın aşırı alınganlığının mı ürünü? Başbakan'ın Doğan grubuna karşı kategorik bir dışlama içinde olmadığı açıktır. Çünkü seyahatlerine bazı yazar ve muhabirlerini davet etmekte, daha önemlisi, kendisine ağır eleştiriler yönelten genel yayın yönetmenine
mülakat vermektedir.
Ama yine Başbakan'ın son çıkışının, adeta bir damarına basılmışlık duygusuna dayandığı söylenebilir. Kanaatimce bu, Doğan Grubunun genel çizgisine yönelik birikmiş bir tepkidir. Objektif bir gözlemci, Doğan Grubu yayınlarının, en azından haber politikasında, AK Parti hükümeti ile derin bir kavgayı sürdürdüğünü düşünecektir.
Parti
kapatma davasında kullanılan
laiklik karşıtı eylemlerin odağı suçlamasının malzemelerinin büyük çoğunlukla bu grubun yayınlarıyla oluştuğu söylenebilir. Başbakan, tabiatıyla laiklik konusundaki bütün duyarlılıklarına rağmen, "
gazete kupürleri" ile böyle bir suçlamaya
hedef olmayı içine sindirememiştir. Haber politikalarındaki bu "ana muhalefet" ısrarının yanına bir de, "ağır
hakaret" içeren köşe yazıları eklendiğinde, AK Parti cenahındaki
patlama frekansı en üst noktalara tırmanmıştır.
Anlaşılan Başbakan, "Patron"dan bu gidişe bir son verilmesini beklemiş ama o bir türlü gerçekleşmemiştir. Sonra bir gün: Başbakan anlatıyor: "Şimdi bir gün yine geldi bazı meseleleri görüşmek üzere.
Ben de tabii bazı hakaretler şunlar bunlar vesaireler var, arkadaşlarıma söyledim, "Hazırlayın dedim şu gazeteleri", o gazeteler hazırlandı...
Bu gazetelerin hapsini arşivden koydum önlerine. "Sayın Başbakan ne yapayım? Ben bu adamlarla baş edemiyorum ki" dedi." Başbakan bunu anlattıktan sonra ilave ediyor: "Şimdi bir patron ki kendi yazarlarıyla baş edemiyor, böyle bir şeyi vatandaşın kabullenmesi mümkün mü?" İşte zurnanın zırt dediği yer burası olmalı.
Acaba Aydın Doğan Başbakan'ın "silahşor" olarak nitelediği insanları gerçekten "silahşor" olarak kullanabiliyor mu, yoksa "bu adamlarla baş etmekte" gerçekten zorlanıyor mu? Ben de
Hasan Celal Güzel gibi, köşelerin patron tarafından pek "silahşör" haline getirilebildiği kanaatinde değilim.
Kaldı ki bu doğru da olmaz. Patron şöyle böyle bir şeyler söyler ama, yazar, onları bile kendi imbiğinden geçirerek değerlendirir. Şu son tartışmada bile Aydın Doğan'ın, kendisini savunmaya soyunmuş bazı yazarların ifadelerini "fazla
saldırgan" bulduğu düşünülebilir.
Hani bazen, dalkavuk, padişahı bile utandıracak sözler söyler. Kraldan fazla kralcı olunduğu gibi, patrondan fazla patronculuk her zaman var olmuştur. Aydın Doğan'ın arkasına sığınıp Başbakan'a sövmek, yarın yine "baş edememiş olmak" gibi savunması zor bir durum oluşturacaktır.
Hasan Celal Bey, Doğan Grubundaki sorunun "68'liler"den geldiğini söylüyor. Belki o bile çok genel bir yargı olur, ama, bu grubun
yönetim ve köşelerinde, "Sağ ve muhafazakarlık karşıtı", "sol, laikçi, Kemalist, ulusalcı misyon"la hareket eden kişiler bulunduğu açık.
Bu misyonun zaman zaman aşağılamalara, hakaretlere yönelmesi herhalde çileden çıkarıcı bir rol oynuyor. Buna herhalde "Aydın Doğan'ın dramı" demek lazım. Gazete çıkar ve bununla iktidarla kanlı bıçaklı hale gel.
Hilton artık tamamen hayaldir değil mi? Aydın Doğan Baykal'dan daha çok yıpranmıştır değil mi? Ben Başbakan'ın böyle bir polemik içinde yer almasını istemezdim.
Benim gerekçem, "Başbakan vatandaşı ile kavga etmemeli" kanaatidir. Ama herhalde Aydın Doğan da kendi hesabına böyle bir polemik içinde yer almak zorunda kaldığına bin pişmandır.