Gelelim büyükelçimize...


İsrail'le yaşanan "alçak diplomasi" geriliminde, bir de Büyükelçimiz Oğuz Çelikkol'un durumunun tahlil edilmesi gerekiyor. Soru şu: -Acaba büyükelçimiz, gerekli refleksi sergileme noktasında yetersiz mi kaldı? Bu soruya, öncelikle Sayın Çelikkol'un kendi içinde nasıl cevap verdiğini bilmek isterdim. İnsan bazen bir görüşme yapar, hakarete uğrar ve o anda bir şey olur, refleksif tepkiyi gösteremez. Sonra da kahrolur: -Ben orada şunu yapmalıydım, şunu söylemeliydim vs. der. Libya'da, Başbakan Erbakan'ın, Kaddafi ile görüşmede karşılaştığı istiskali hatırlayın. Başbakan Erbakan anında tepki vererek "Türkiye'nin onurunu korumadığı için" epeyce eleştirilmişti. O toplantıda Erbakan'a eşlik eden Abdullah Gül'ün, büyük şok yaşadığı daha sonra anlatılmıştı. Bilmiyorum şimdi Sayın Gül, o istiskal karşısında ne yapılabileceğini düşünmektedir? Herkes, Ayalon karşısında büyükelçimizin tepkisiz kaldığında hemfikir. Yine herkes, o anda bir şey yapılmalıydı düşüncesinde de hemfikir. Yalnız, kendi kendimize telafi mekanizmasını işletiyoruz. Diyoruz ki: -Büyükelçi İbranice bilmiyordu. Böyle bir tuzağa düşürülmek aklının ucundan bile geçmiyordu. İbranice dışındaki konuşmalarda son derece normal şeyler konuşulmuştu vs... Bunlar kendimizi ve sayın büyükelçiyi teselli babında bir anlam taşıyabilir. Ancak diplomatik temsil anlamında bir zaaf yaşandığı da açık. Bir kere ilk soru şu: -İsrail'de diplomatik görev üstlenip, İbranice bilmemek ne oluyor? Buna bağlı şu soruları soralım: -Rusya'da görevlendirilen diplomatımız Rusça biliyor mu, Çin'deki Çince, Arap ülkelerindekiler Arapça, Malezya'daki Malayca veya Çince biliyor mu? Yoksa bilmiyor mu? Bir dili bilmeden hem mecazları, esprileri, deyimleri anlayacak kadar iyi bilmeden, yeterli diplomatik refleks sergileme imkanı olmadığı açık. O yüzden de büyükelçimiz refleks sergileyemiyor. Bu refleks zaafı, büyükelçinin kameralara yansıyan vücut dilinde de açıkça görülüyor. Kapıda bekletiliş, sonra "alçak" bir koltuğa oturtuluş, masada bayraksızlık, çekim yapan kameramanlar ve yüzüne mütevazı bir insan portresi yerleşmiş Türk Büyükelçisi... Aşağılanmış ve aşağılanmanın farkında olamamış bir diplomat görüntüsü... O görüntüyü izlerken, büyükelçi ve ülkemiz adına içimin acıdığını, dolayısıyla Ayalon'a olan öfkemin katmerlendiğini itiraf etmeliyim. -Bu yapılmamalıydı ve büyükelçimiz, bu görüntüyü vermemeliydi. Bu yapılabilir, böyle bir küstahlık sergilenebilir, diplomatik ilişkilerde bunlar olmaz değildir ama onurlu bir ülkenin büyükelçisi, böyle durumlarda başka türlü bir haysiyet sergilemesi yapar. Ömer Seyfettin'in Pembe İncili Kaftan hikâyesi, tam da böyle bir haysiyet sunumu niteliğindedir. Her neyse... Orada bir diplomatik zaaf görüntüsü vardır. Ve o zaaf, Ankara'nın kararlı duruşu ile geri püskürtülmüştür. Ama olaya, daha telafi edilemez durumlara düşmemek için, "bu bana bir ders olsun" yaklaşımıyla bakma zarureti de vardır. Ankara'da, geçtiğimiz günlerde "Büyükelçiler Toplantısı" yapıldı. Türk dış politikasının yeni vizyonu üzerine konuşuldu. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun gündeminde, "yeni bir diplomat profili" bulunduğu tahmin edilebilir. Zaten, büyükelçilerle birlikte gerçekleştirilen Mardin gezisi de, "monşer" tiplemesinden öte bir diplomat profili yönünde atılmış bir adım olarak algılandı. Bu son olay, sanırım bu yeni diplomat profilinde, Türkiye'nin bölgede kazandığı etkinlik ve itibar bakımından "daha yüksek profil" ve onu "içselleştirme" zaruretini önümüze getirmektedir. Bunun bir ruh iklimini gerektirdiğini ve onun da sıkı bir eğitimle mümkün olacağını düşünüyorum. Öyle bir yüksek profil sunumu gerçekleşmeli ki, aşağılamalar, hiç kimsenin "aklından bile geçmemeli!" Mesela herhangi bir insan, Başbakan Erdoğan'a, herhangi bir platformda böyle bir aşağılamanın akıldan geçebileceğini düşünebilir mi? Ya da Cumhurbaşkanı Gül, Dışişleri Bakanı Davutoğlu, böyle bir istiskal karşısında tebessüm ederek dururlar mıydı?
<< Önceki Haber Gelelim büyükelçimize... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER