Hasımlığın yerini
işbirliği isteği alıyor."
Bu cümlede yanlış olan nedir sorusunu sorsam, öyle sanıyorum ki, birçoğunuz pek bir yanlış görmeyecektir.
Ama gelin bir de şu sorular açısından bakalım bu cümleye:
-
Başbakan Kürtler'in temsilcisi ile görüştüğüne göre, hele bu görüşmeyi
AK Parti Genel Başkanı sıfatıyla yaptığına göre kimlerin temsilcisi olmaktadır?
-Başbakan'ın genel başkanı olduğu partideki Kürt milletvekilleri ve bu partiye verilen Kürt oyları kimi temsil etmektedir?
-DTP, "Kürtler'in meşru temsilcisi" sıfatına layık görüldüğüne göre "Türkler'in meşru temsilcisi" hangi parti olmaktadır?
-
Türkiye'de hangi oranda oy almak bir siyasi partiye, o grubun bütününü temsil hakkı vermektedir?
Türkiye'nin siyasi hayatı için bu sorular sorulabilir mi? Bu sorulardan bir çıkış imkânı var mı?
Böyle sorular sorulabildiği takdirde "
Sünniler'in,
Aleviler'in, Lazlar'ın, Çerkezler'in, Boşnaklar'ın..." yani her türlü etnik, dini, mezhebi kimliğin bir siyasi partisinin olması düşünülmeli değil midir?
Yukarıdaki cümle, Gülay
Göktürk'ün, benim "
Kürt sorunu:
Asker,
CHP,
İslam" başlıklı yazımı eleştirdiği dünkü yazısında yer aldı.
Şimdilerde bu cümleler rahat kuruluyor. Türkiye'de, ucunun nereye varacağı pek irdelenmeden kuruluyor, çünkü zihni bir evrilme yaşıyoruz.
Ben, işin her gün biraz daha çok etnik zemine kaymasından endişe ediyorum Gülay Hanım, bunu "fiktif endişe" olarak niteliyor ve "statükonun aynen devamını savunanların değirmenine su
taşıma tehlikesi"ne karşı beni uyarıyor.
Bu, "değirmene su taşıma" sözlerini sevmiyorum. Ben, kendime ait özgün düşüncelerimi on yıllardır seslendiriyorum, neden bir başkasının değirmenine su taşımış olacağım ki?
Ben sadece Kürt meselesinde değil, Türklük, Araplık vs. etrafında da bir etnisite vurgusuna karşı çıkarak geliyorum. Bunun, İslam coğrafyasına yönelik emperyalist politikaların bir uzantısı olduğunu ifade ediyorum. Bu politikaların bugün de sürmekte olduğunu, Türkiye'de "Kürt
azınlık-Alevi azınlık" üretme çabalarının AB ilerleme raporlarına girmesinin safiyane olmadığını düşünüyorum. Aynı AB ve
AİHM dünyasında (Gülay Hanım'ın da defalarca eleştirdiği bir olgu olarak) Türkiye'deki
başörtüsü yasağı karşısında baskıcı uygulamalara meşruiyet sağlanırken...
Gülay Göktürk diyor ki:
"Aslına bakarsanız, sorun daha en başından bu yana zaten etnik zeminde cereyan etmekteydi. Hem
PKK hem d
e devlet tam olarak etnik
siyaset yapmaktaydılar ama bu etnik siyaseti şiddet yoluyla yapmaktaydılar."
Evet, ben de devletin ve PKK'nın etnik siyaset uyguladığını ve Türkiye'yi bugünkü açmazın içine birbirini besleyen bu politikaların getirdiğini ifade ediyorum. Anlaşılan Gülay Hanım bunu, yaşanması kaçınılmaz olan bir süreç olarak görüyor, ben "bu coğrafyada bu emperyalist hesabı bozacak bir başka ihtimal olmalı" diyorum. Hatta Türkler'le Kürtler'in,
Anadolu coğrafyasındaki kaynaşmışlığını bunu sağlayacak olan sağlam bir potansiyel olarak görüyorum.
Ya da "Görüyordum" demem lazım.
Çünkü önceki yazımda da yazdım "Devlet ve PKK, Türkler'i ve Kürtler'i döve döve, etnik bilinç zeminine sürüklediler."
Bunu yaparken hem devlet hem PKK, iki toplumun en temel ortak paydası olan İslami kimliği zaafa uğrattılar.
Bu yaklaşımı ben de ısrarla ifade ettim ama ben bunu bir Kürt bilgesi olan, Şeyh Said'in torunu Abdülmelik Fırat'ın söylemesini önemserim.
Şimdilerde DTP'nin "Kürt temsilciliği" kayda geçirildi,
Öcalan'ın temsilciliğine de zihnen hazırlanıyoruz. Çünkü "İslamsız Kürt" diye bir proje de var. Ve Öcalan ve DTP'ye verilecek temsil yetkisi, bu süreci beslemiş oluyor.
Burada belki birkaç hususu daha, cümleler halinde ifade etmeliyim:
-Ben, adeta mütearife haline gelmiş olmasına rağmen Türkiye
Cumhuriyeti'nin "Sünni-Türk-Hanefi" şablonu içinde oluştuğu kanaatinde değilim. Belki Cumhuriyet'in derin bilincinde böyle bir şey olabilir ama bunun, sistemin somutlaşmasında, "Sünni İslam"ı
kontrol niteliğine büründüğünü düşünüyorum.
-TC'nin ideolojik söyleminde Türklük vurgusu hakim olmasına rağmen, Türkler'de yaygın anlamda bir etnik bilinç oluştuğunu düşünmüyorum. Kürtler'in çoğunluğu da aynı durumdadır. "Türklük vurgusu" TC söz konusu olduğunda devlet mantığında yer almış, Kürt cenahında karşıtını da PKK hareketi oluşturmuştur.
-Ben
Amerika ve AB'nin ya da global strateji oluşturan tüm güç odaklarının, Türkiye ve İslam coğrafyası söz konusu olduğunda, safiyane projeler sunacaklarını düşünmüyorum. Ancak, çıkarlarının gerektirdiğini yaparlar, siz de toplam gücünüz oranında kendi çıkarlarınızı korursunuz. İslam coğrafyası ise hâlâ manipülasyonlara açık bir alandır.
-Dünya entegrasyona gidiyor, bu coğrafyada da aykırı şeyler olmaz şeklindeki yaklaşımları, bu coğrafyada oynanan oyunlara baktığımda biraz safiyane buluyorum. Mesela, "
Kuzey Iraklı Kürtler'in Türkiye ile
birleşme hayalleri kurduğu" yaklaşımı güzel bir hayal gibi geliyor bana.
Neyse...
Bu konuda çok şey yazılabilir. Yazacağız.
Gülay Hanım, benim "İslam ortak paydası"na ilişkin değerlendirmeme ve çağrılarıma da eleştirel bakıyor. Ancak, bu konudaki görüşlerini sonraki yazısına bıraktığı için ben de düşüncelerimi ondan sonra yazmak isterim. Burada, Askere ve CHP'ye İslam ortak paydasını hatırlatmanın, Türkiye trajikomiğinin tipik bir göstergesi olduğunu hatırlatmak ve bu konuda birçok şeyin vuzuha kavuşturulması gerektiğini not etmekle yetiniyorum.