"Açılım bitti mi"yi tartışırken...
"Açılım bitti mi"yi tartışırken, "2 ayda 37 şehit verdik" tespiti etrafında siyasi arenada birbirimizi yemeye çalışırken
Hakkari-Şemdinli'den
askeri birlik baskını ve 11 şehit haberi daha geliyor. Doğu'dan Batı'ya ülkenin yüreğine bir kere daha ateş düşüyor.
Ateş düşüyor ve herkes bir kere daha "
açılım bitti"ye geliyor.
Gerçekten bu son "şehitler"den sonra "açılım" kesin olarak bitti mi?
Bu sorunun ilk cevabı "Açılım
Habur'da yaşanan mıydı" sorusu olabilir ve buradan başlayarak her şeyi yeniden değerlendirme gereği ortaya çıkar. Öyleyse başlayalım:
Ne oldu orada, Habur'da?
"
PKK'lı olmaktan pişman değiliz, biz örgütün barış elçisiyiz" diyenlere "Yok canım, siz aslında pişman olmuşsunuzdur" denildi ve yol verildi.
Ama onlar pişman olmamışlardı ve nitekim,
Türkiye'de örgütün projeleri çerçevesinde faaliyetlerini sürdürdüler.
Şimdi devletin jetonu düştü, PKK'nın PKK olduğunu ve orada bir yerlerde "tehdit odağı" olarak durduğunu yeniden idrak etti ve o adamları tutukladı.
PKK PKK'ydı ve o eli
silahlı bir
terör örgütü idi. Türkiye'ye "11 elçi"sini gönderirken de silahları bırakmış değildi, kendini bir "taraf" olarak görmekte ve öyle görünmesini istemekteydi.
Silahı bırakacak mıydı?
Eh, "taraf" gibi mütalaa edilirse belki. Habur girişleri ile bu sınanmaktaydı ama "silah" bir "siyasi malzeme" olarak işe yarıyorsa silahı bırakmak gibi bir tavrı olmazdı.
Bu arada devreye KCK yapılanması girdi.
KCK,
Kürdistan Topluluklar Birliği-Türkiye Meclisi adıyla yapılanan ve Türkiye,
Suriye,
Irak ve
İran "Kürdistan"ını buluşturmayı hedefleyen bir gizli-il
legal örgüttü.
PKK'nın şehir yapılanması olarak biliniyordu.
PKK-
Öcalan silahlı grupları ve siyasi yapılanması (BDP) dahil, tüm hareketi KCK yapısı içinde örgütlemeyi planlamıştı.
BDP, legal bir örgütlenmeydi ama onun bile üzerinde "siyasi
komiser" olarak KCK örgütlenmesi bulunmaktaydı.
Ortaya konan tavra bakılırsa, BDP camiasının tıpkı PKK gibi KCK'yı da, "tabii aktör" olarak zihinlere kabul ettirme çabası içinde olduğu gözlenir.
İş böyle gelişirken, durdu durdu ve bir gün devlet, bir
KCK operasyonu başlattı, örgütü
mahkeme huzuruna çıkardı. Operasyonlar, tutuklamalar oldu.
Evet, elleri kelepçeli, sıraya dizilmiş insanları gösteren o görüntü hoş değildi ama KCK operasyonu, ilkesel olarak yapılmamalı mıydı?
Onu da "açılıma
darbe" diye niteleyenler olsa da, PKK'nın şehir yapılanması diye bilinen ve illegal nitelik arz eden bir yapının hukuken korunması mümkün değildi.
Birileri, askeri operasyonları da "Açılımla bağdaşmaz, sadece askerlerin işi, hatta biraz da siyasi iktidarı zora sokmak için yapılan bir hamle" olarak görme eğiliminde oldular.
"PKK eylemleri ne kadar kötü ise askeri operasyonlar da o kadar kötü" gibi bir zihni denklem seslendirildi.
Bunun altında da, PKK'yı bir şekilde "meşru taraf" olarak değerlendirme eğilimi vardı.
Bunu, BDP camiasının böyle görmesi anlaşılabilirdi. Onlar için "PKK misyonu" ile kendi misyonları arasında sadece silah farkı vardı.
İstanbul Milletvekili Sabahat
Tuncel "PKK
terör örgütü değildir" sözünü boşuna söylememişti.
Burada belki BDP'nin bilinçle sürdürdüğü bu zihni denklemin, PKK misyonuna karşı olmaları gereken çevrelerde, mesela birkaç gün önce Gülay
Göktürk'ün işaret ettiği "ilerici-demokrat kamuoyu"nda alıcı bulması anlaşılamaz.
Türkiye'de, "
Kürt sorunu" üzerinde düşünen herkesin, şu soruları zihni berraklık içinde cevaplaması lazımdır:
-PKK bir terör örgütü müdür? PKK silahları bırakmadan
Kürt sorununun çözümünde kabul edilebilir bir aktör olabilir mi?
-KCK yapılanması meşru mudur, Türkiye için nasıl bir Kürt sorununun göstergesidir?
-BDP'nin PKK ile ilişkileri kabul edilebilir mi? BDP'nin PKK'dan bağımsız bir
siyaset uygulaması söz konusu mudur? BDP'nin PKK ile ilişkileri, Türkiye'nin önüne nasıl bir "Kürt sorunu" koymaktadır?
-Ve "Kürt temsiliyeti"ni PKK-KCK-BDP üçgeninde görmek,
Kürtler için bir başka abluka değil midir?
Burada şu hususları da not etmek isterim:
-BDP,
AK Parti hükümeti tarafından gerçekleştirilecek bir çözümü istemiyordu çünkü işi, kendisi için Kürtler nezdinde bir zemin kaybı olarak görmekteydi. Temsiliyet elden gidecekti. Özetle, Kürtler için yapılacak iyiliklere, kendi siyasal hesabını
tercih etti.
-Emine
Ayna,
İskenderun olayından sonra şunları söyledi: "Ben İskenderun'da gerçekleşen eylemden şunu okudum. Artık bu savaş sadece Kürdistan'da olmayacak. Ben bunu okudum. Kimse kızmasın bana bunu söylediğim için. Gerçekler acıdır, acıtır."
Ben de Ayna'nın bu sözlerinden, PKK'nın bu stratejisinden heyecan duyduğunu okudum. Ayna, beşuş çehre içinde, "Açılım bitti arkadaşlar" sözünün altında imzası olan kişiydi. Maalesef bu ruh hali içinden barışa
yolculuk ümidi çıkmıyor.
...
Birkaç gün önce
Gülay Göktürk, Kürt meselesinde en özgürlükçü yaklaşımlara sahip bir insan olduğu halde, "Teröre karşı sağlam duruş" başlığını atmıştı yazısına. Ben, Türkiye'nin zihnini toplaması ve şu an PKK-KCK-BDP eksenine hapsolma riski taşıyan, dış güdümlemelere de açık görünen sorunu kuşatması için miadın dolduğunu hatırlatmak isterim.