Gazete,
Ergenekon iddianamesinin, kapandı gibi görünen birçok dosyaya ilişkin yeni iddialar ortaya koyduğunu örneklerle sıralıyor ve bu soruyu soruyordu.
Buna göre,
Sabancı suikastinden, Uğur Mumcu'ya, Hablemitoğlu'ndan
Gazi olaylarına kadar
Türkiye'yi allak bullak eden bütün olaylarda, görülmüş olan davanın gerçek suçluları mahkum etmediği kanaatini
doğuracak iddialar ortaya çıkıyor.
Soru doğru: "-Bu dosyaları kim açacak?" Şu anda böyle bir irade ortada görünmüyor. Aslında Ergenekon hadisesi, Türkiye'de bilinenin ötesinde
legal - illegal uzantıları olan bir dünyanın bulunduğunu, ve o dünyanın
ülke ile oynadığını ortaya koyuyor. Şu anda görünenlerin bile, gerçeğin kaçta kaçını bilmemize imkan sağladığını sorgulamak mümkün. Bir şey yaşıyoruz: Bazı olaylar görünen kısmı ile sınırlı değil; derinlerde bir oluşum seyri var ve biz bunun idrakine yıllar sonra varıyoruz.
Başlığa "10 yıl sonra" dedim. Ama 10 yılın bile, hadiselerin gerçek boyutlarının anlaşılabilmesi için yeterli olmadığı hadiseler yaşanmış bu ülkede.
1977 1
Mayıs olaylarının üzerinden 31 yıl geçmiş, gerçek mahiyeti anlaşılmış mıdır? Şimdi, mahiyeti anlaşılmayan her iş, "Ergenekon işi"ne bağlanıp, çözülmüş sayılıyor. Oysa o alan da karmakarışık. Ergenekon içinde bile kimin eli kimin cebinde, kolay çözmek mümkün değil.
Doğu Perincek'in, nasıl Maoculuktan ve
Kızıl Çin sempatizanlığından evrilerek, ulusalcı olduğunu çözebilen var mı?
Sivas,
Maraş olayları gerçekten çözüldü mü? Hem hadiselerin oluş seyri çözüldü mü, hem sonrasında gelen tutuklamaların, mahkumiyetlerin nasıl yönlendirildiği çözüldü mü? Bu "10 yıl sonra..." ukdesi, beni,
Anayasa Mahkemesi'nin verdiği son
AK Parti kararını düşünmeye zorluyor. O karar nasıl çıktı acaba?
Mesela, nasıl oldu da Sacid Adalı, diğer 9 kişi ile birlikte AK Parti'nin
laiklik karşıtı odak olduğu görüşüne vardı? Dilime "Oyunu hangi saikle
kurban verdi?" sözcükleri geliyor. Belki 10 yıl sonra anlarız. Yine 10 yıl sonra, üyelerin eğilimleri bilindiği ve insanlar "Bu karar 9/2
kapatma şeklinde çıkar" diyerek bahse tutuştukları halde,
oylama nasıl 6/5 denklemine oturdu, böylece hem kapatma olmadı hem de "Partinin yakasına laiklik karşıtı eylemlerin odağı" yaftasının asılması gibi bir denge (?) oluştu sorusunun cevabını da anlarız.
Böylece Türkiye'de en yüksek yerlerde hukukun nasıl işlediğinin sırrını çözmüş oluruz. 10 yıl sonra, belki, ADD'ye,
Cumhurbaşkanlığı bütçesinden 200 milyon YTL
yardım yapan,
İlhan Selçuk'la sıkı - fıkı dost olan,
Cumhuriyet Mitinglerinin başat aktörü
Tuncay Özkan'ın televizyonunu istisnai bir ziyaret lütfunda bulunan eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in AYM üyelerini veya rektörleri seçerken hangi kriterlerden yola çıktığını da anlarız. Gün oluyor kriterler değişiyor.
Bakın, 1988'de,
Başbakanlık Teftiş Kurulu adına Kutlu
Savaş'ın hazırladığı
Susurluk Raporuna giren ve o zaman, "Devlet sırrı" diye açıklanmayan bazı "rutin - dışı" işler, bugün Ergenekon iddianamesine giriverdi.
Orada Kutlu Savaş şu notu düşmüştü: "Her ülkenin kendi menfaatleri için illegal faaliyetlerde bulunması tabidir. Bu metotlar geçmişte uygulanmıştır. Halen de uygulanmaktadır. Gelecekte de uygulanacaktır.
Ancak, bunun tek elden koordineli bir şekilde ve yanlışlıklara yol açmayacak tarzda yürütülmesi esas olmalıdır." Rapor "illegal faaliyetlerin olması kaçınılmaz ama tek elden koordine edilsin" diyor. Kaç yıl olmuş bu
rapor yazılalı? Tam 10 yıl. Rapor, Susurluk'tan yola çıkıp, önceki "devlet illegalitesi"ni tahlil ediyor.
Ama biz, bugün 10 yıl sonra, Ergenekon'un yüz binlerce sayfalık iddianame ve eklerinde bu rapora rağmen olan biten v
e devletle bağlantılı olan "illegalite"nin romanını okuyoruz. Tasavvur edin bir, devlet namına içinden geçtiğimiz alt - üst oluşu...
Bir yanda halktan yüzde 47 oy almış bir siyasi iktidarın
kapatma davası ile devrilmesine ramak kalmış bir
alabora oluş... Öte yandan, o süreci tetikleyen, o süreçte rol alan yer altı yapılanmalarına yönelik yargılamalar.. Türkiye zor bir ülke...
Türkiye, bir Başbakan'ın "Ben bile bu işin yüzde 20'sini ancak anlayabildim-
imza Mesut Yılmaz" dediği bir ülke...
Abdullah Gül,
Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının bu kadar derinlikte ve bu dalgalı ortamda yüzebilmeleri de bir başarı. Bu
genç adamların, Demirel'in Türkiye siyaseti için gerekli gördüğü "Rodeo - vahşi at üstünde durma sanatı"nı epey öğrenmiş oldukları söylenebilir.