Hukukçular "
dosya" kelimesini çok kullanırlar. Kendileriyle danışılmak istendiğinde "dosyayı göreyim" derler.
"Dosya" önemlidir. İddianame, deliller,
sorgu,
savunma,
oturum tutanakları, hepsi onun içindedir. Varsa; bilirkişi raporları, mütalaalar,
itirazlar, çeşitli bilgiler.
Bir tarafta dosya var, diğer tarafta yasalar, anayasa, çeşitli mevzuat. Bir yorum ve değerlendirme yapacaksanız, bunların hepsini bilmeniz gerekir. Yani dosya da önünüzde "tamam" olacak, siz de hukuk bilgisiyle ve kültürüyle "tamam" (mücehhez) olacaksınız!
Ben
hukukçu değilim. Ama bizim fakültede de
Anayasa Hukuku, İdare Hukuku, Medeni Hukuk,
Ticaret Hukuku dersleri vardı. Ayrıca hukuka özel bir sevgi ve ilgi duyuyordum... Aslında hukuka gitmek istemiştim. Fakat puan kâğıdı yerine soru kitapçığını işaretlediğim için olmadı. Böyle hata olmazdı ama işte oldu. Başka fakültelerin sınavlarında soru kitapçığı işaretlendiği için burada onlara benzeterek yanılmıştım. Dekan Prof. Naci Şensoy dostumuzdu, "Yorma bizi, mahzenden o soru kitapçığını aratıp buldurmak olacak şey değil." deyince boynumu büktüm. Güya hukukçu siyasetçi olacaktım, ileride de 27 Mayıs'ı yaptıranlardan
hesap soracaktım! Üniversiteye başlarkenki idealim buydu. Olmadı, kaderimiz başkaymış.
1980'li yıllarda çalıştığım gazetenin bir
davasını yönettim. Dört
avukatımız vardı, biri doçentti. İki profesörden mütalaa aldık ve kendileriyle istişaremizi sürdürdük. Dosyanın tamamı fotokopi halinde benim masamda da vardı. Bütün basın tarihini tarayıp deliller elde etmeye çalıştım. Prof. Baki Kuru'nun 6 ciltlik Usul Hukuku Külliyatı'nı adeta hatmettim. Bütün kanunlar önümdeydi.
Basın Kanunu, Fikir
Sanat Eserleri Kanunu, Çetin Özek'in Basın Hukuku adlı eseri, vs. karşı tarafta ülkenin en ünlü avukatı ve yardımcıları, ekibi vardı. Dava 5 yıldan fazla sürdü ve biz kazandık.
Bir gün kendi avukatlarımıza dedim ki: "Bilirkişilerden biri, raporun kendine sorulmadığını ve kendisinin dışında hazırlandığını beyan etti, sadece mümzi (imzacı) olarak var gösterildiğini söyledi. Bu ve başka olaylar vesilesiyle reddihâkim talebinde bulunmamız ve çok etraflı bir dilekçe ile davayı da yeniden vaz etmemiz uygun olur, bir sonraki duruşmaya kadar da vaktimiz var." Avukatlarımız bana itiraz etti: "Reddihâkim talebinde bulunmanın süresi üç gündür. Bir sonraki oturuma kadar değil." Dördü de aynı şeyi söylüyordu. Başkalarına da danıştık aynı cevabı aldık! Elimde Prof. Baki Kuru'nun son
baskı kitabı var, "Bir sonraki oturuma kadar." diyor. Prof. Baki Kuru'yu yazlıktaki evinde telefonla bulup sorduk. "Eskiden avukatların dediği gibiydi, fakat şimdi değişti." dedi. Ben haklı çıktım. Yani bazen hukukçu olmak da yetmiyor, mevzuatı güncel planda sürekli izlemek lazım.
1957 yılında Osman
Bölükbaşı hapisteydi. Seçilince
tahliye edildi. Hikmet Sami Türk'ün söylediğine göre aynı şey 1950'de Mümtaz Faik Fenik'le ilgili olarak yaşanmış. O da tahliye edilmiş. Lakin şimdi yeni bir durum söz konusu. Belli kapsamdaki suçlar için
dokunulmazlık işlemiyor. O suçlar söz konusu olduğunda bir milletvekili için de
tutuklama kararı verilebiliyor. Bu itibarla, mahkemelerin belirli suçlardan yargılanan kişiler hakkında, milletvekili seçilseler de, tutukluluklarını devam ettirmek gibi bir yetkileri var. Takdire kalmış bir mesele. Yasal ve anayasal çerçeve, bu. Tahliye kararı verebilir de vermeyebilir de. "Vermesi mi, vermemesi mi gerekir?" sorusunun cevabı dışarıdan yorumla belirlenemez ki. Üstelik sen hukukçu değilsin, dosya önünde değil. "Bana öyle geliyor" dersin kendi kendine otururken; ama hüküm veriyor gibi beyanda bulunamazsın.
... Bu konuda yazmak istemeyişimin sebebi bundan ibaret. Meselenin özü de burada. Bir siyasî eğilime sahip bulunanlar "suçlu" diyor, bir başka siyasî eğilimden olanlar "suçsuz" iddiasını savunuyor ise bu yönlerde yorumlar alabildiğine yapılıyor ise, elbette ki sıkıntılar doğar. Ve o sıkıntılara kolay çözüm bulunmaz. Hukukî bir konu üzerinde düşünmek bir bilgi ve sorumluluk disiplinini gerektirir. Herkesin savcı gibi avukat gibi hâkim gibi konuşup yazması hiç hoş değil.