1959 yılını esas alalım.İstenilenler, şikâyet konusu yapılanlar, hedefler,
eleştiriler, öngörüler nelerdi? Bütün gazeteleri ve dergileri birer birer açınız.
Bir kere
üretimimiz yetersizdi. Altyapımız, onca çabaya rağmen elverişsizdi. Sınai ihracatımız yoktu ve birkaç
kalem tarım ürününe dayanıyordu. Milli gelir düşüktü. Bir
köylü toplumu gibiydik... Muhalefetin talepleri arasında nisbî temsil, üniversite muhtariyeti,
basın özgürlüğü, çift meclis gibi şeyler vardı. Sermayeye, yollara, barajlara, limanlara, sanayileşmeye ve demokrasimizi geliştirmeye muhtaçtık. Manevi
baskıların yavaş yavaş kalkmasına ise muhalefet irtica gerekçesiyle karşı çıkıyordu.
Mesela 1959'da sol yoktu, sosyal adaletçi talepler yoktu. Üretim yetersizliği o kadar açıktı ki bölüşümü düşünecek şartlar oluşmamış gibiydi. Muhalefetin derdi rejim meselesiydi, onlara göre DP iktidarı diktaya ve irticaya gidiyordu! Ve muhalefetin hiçbir sosyo
ekonomik projesi yoktu, yapılan yatırımları gereksiz ve mantıksız bulup ütopya olarak görüyorlardı..
Yani bugünkü bazı meselelerin hiçbiri o zaman gündemde yoktu. Ne Alevî meselesi, ne
Kürt meselesi, ne
Ermeni meselesi... Bunlara dair bir tek muhalefet ve eleştiri cümlesi bulamazsınız arşivlerde.
... 1959'u esas aldım. Çünkü 1950-1960 arası, çok iyi bir tahlil laboratuvarıdır.
CHP gitmiş, milletin sesi duyulmaya başlamıştı. "Toplum ne haldedir acaba?" sorusunun cevabını rahatlıkla arayabilir, bulabilirsiniz. Şimdi bazıları diyor ki "ben Kürt kelimesini hiç duymadım, yasaklanmış olduğu için." Ve bu yaklaşım beni hayretlere düşürüyor. Ben çok sık duydum da onlar nasıl duymamış?! Bizim semtimizde
İstanbul'un genelinde çok Kürt kökenli vatandaş vardı ve Kürt kelimesini kendileri de onları zikredenler de rahatlıkla kullanırlardı. Nasıl bazılarına Arnavut, Laz, Çerkes deniliyor idiyse, bazılarına aynı rahatlıkla Kürt denilirdi... Kürt kökenli esnaf pazarcı vardı, okul arkadaşlarımız vardı, alimler vardı, kabadayılar vardı... Etnik farklılıklar mizahi bir neşe konusuydu. Araplar da, Boşnaklar da, Pomaklar da vardı. Bizim mahallenin bir köşesi 10-15 gecekonduluk bir Boşnaklar köşesiydi. Teyzemin oturduğu Küçük Pazar'da Araplar çoktu. Zaten ablamın evlendiği kişi Pomak kökenliydi. Amcamın hanımı Arap kökenli. Halalarımın beyleri Arnavut kökenliydi, bir teyzemin eşi Çerkes kökenliydi. Evlilikte biz, ailenin karakterine ve manevi yapısına bakardık.
Azınlıklara karşı da bir husumetimiz yoktu.
Çarşamba, Draman taraflarının en ünlü doktoru Dr. Sava idi mesela. Ben babamın bazı gayrimüslim tüccarlarla
alışveriş ettiğini bilirdim. Benim lisedeki
sınıf arkadaşım Teologos isminde bir Rum idi. Hiç
yalnızlık çekmezdi... Özel ve istisnai bir kesitten söz etmiyorum. İstanbul böyleydi ve biz İstanbul'un her yerini her köşesini bilirdik.
Ben dergiler, gazeteler, kitaplar arasında büyüdüm ve eski insanların sohbetlerini dinlemekten de çok hoşlanırdım. Yatardım annemin dizine, onları sonuna kadar dinlerdim.
Abdülhamit konuşulurdu,
Karabekir konuşulurdu, Refet Bey'in İstanbul'a gelişi konuşulurdu, varlıklar, yokluklar, baskılar konuşulurdu. Resmî tarih dışında bilgilerimiz vardı. Feridun Kandemir'in kitapçıklarını da okurdum.
Sulukule (
halk diliyle Sultan Mahalle) 27.
Okul'un bölgesindeydi ve bizim sınıfımızda birçok Roman çocuğu vardı. Hepsiyle kardeş gibiydik. "Öteki" falan yoktu. Genelde de Sulukule eğlence yeri gibiydi. Hor görmek, şu-bu söz konusu değildi.
Bir tek meçhul vardı: Alevîlik. Ben Alevî'yim diyene de "şu Alevî'dir" diyene de hiç rastlamamıştım. Babam da fazla bir şey söylemezdi, sadece "içlerinde camiyi benimseyip orada namaz kılanları da vardır" derdi. Nazarî olarak kız alıp vermek söz konusu olmazdı. CHP'ye oy verdikleri, devletin de kendilerine sıcak baktığı söylenirdi
laiklik açısından. Ama herhangi bir özel
özgürlük talebi mevcut değildi... İstanbul'un beşerî coğrafyasındaki durum buydu.
... Yani "Kürt lafı yasaktı" türünden şeylerin, Romanların ve gayrimüslimlerin hor görülmesi iddiasının aslı astarı yoktu. Alevîlik üstünde de resmî bir baskı görülmüş duyulmuş değildi.