Düşünceyi ve düşünmeyi bilmeyenler, kurnazlık denilen
küçük zekâ ile mesele çözmeye çalışırlar.
Uzmanlık konuları, kendi disiplinini de beraberinde getiren konulardır. Yani ifade ettiği zorluk, onu giderecek olan çözüm'e yapışıktır. Mesela okulda türev, integral, teorik matematik, fizik problemleri, uğraştırır; ama zorlamaz. Kuralı var, metodu var; ister istemez uyarsın ve öğrenirsin. Basit doğrular ise genellikle herkesin biliyorum zannettiği ve sıradanmış gibi görünen bahislerle ilgilidir.
Sevgi, düşünce, sorumluluk kavramları çok kullanılır. Kullanılır da bilinir mi acaba?
Düşünmenin bir numaralı konusu düşüncedir. Önce düşüncenin ne olduğunu düşüneceksin ki, aklî yürüyüşün yolu aydınlansın; fikrî şuur uyansın. Bu da
öğretimle değil, eğitim'le olur. Daha doğrusu, öğretimin paralelinde giden eğitim yardımlarıyla sağlanır. Oysa biz özellikle sosyal bilimlerde ve onlarla ilgili konularda, daima "öğretim" şablonlarını kullanırız. Birtakım düşünce ürünlerini tanıtırız da, onları üretmenin mâhiyeti üzerinde hiç durmayız. Öyle öğrenmiş olduğumuz için öyle öğretmeye çalışırız; ne aldıysak onu veririz ve bu derin zaaf bir
miras gibi nesilleri de, dönemleri de dolaşır durur. Kürsü ve ayrıntı değişimleri önem taşımaz; keyfiyet hep aynı kalır. Bu yüzden de düşünce adamı yetişmez, bol bol düşünce mankeni ortaya çıkar. Hep de iri iri laflar ederler ve düşünmeyi bilmedikleri için "düşünce uzmanı" da olunamayacağını bilmezler ve o sıfata sahipmişler gibi imtiyaz talebinde bulunurlar.
Öte yanda, basit doğrular, büyük bir hayat ırmağı halindeki içerikleriyle ve delaletleriyle, ilgi odaklarının tamamen dışındaki sonsuz alanlarda gürül gürül akıp dururlar... Yaşadığımız meseleler oradan kaynaklanır, çözümleri o kaynaktadır; ama bu çarpıklık kimsenin umurunda değildir!
İstismar bizde, kötü niyetten çok acziyetle ilgilidir. Her şeyin, asliyetinden çok istismarı var. Edinilen donanım bozuntuları, istismar'dan başka işe yaramıyor. Hiçbir nakilde, onu şuurla buluşturucu bir düşünce üretimi gayreti görülmüyor.
Gayreti ve tabiî, liyâkati... Böyle olunca da, o naklettiğin şey sana hiçbir şey vermez; kendini özel olarak kapatır. Seni kendi nefsine havâle eder... Bu bir tecziye değil, otomatik işleyen bir koruma ve korunma teminatı mekanizmasıdır. Liyâkatsiz ve elverişsiz girişlerle daha beter olmayasın, ileride başka birilerinin liyâkatine hitap edecek zenginlikleri sakatlamayasın diyedir. Şöyle de söylenebilir: Her kavramla oynayamayasın diyedir.
İstismar, yürür yürür, bir noktada durur. Orası basit doğruların alanıdır! Halbuki liyâkati yok, mezuniyeti yok, mecâli yok, cesareti yok. Bazı yazılar var ki, kalem'le değil, kepçe'yle yazılır. Servis tabağına koyarsın bir kepçe söylem, götürüp sunarlar. Zarureten böyle, keyiften değil. Mutfakta başka bir şey yok. Bu "hayat tarzı" ile olması da mümkün değil.
"Düşünce liyâkati, düşünceyi ifade hürriyetinden önemlidir." İşte basit bir doğru. Ama ardında ciltler var... "Düşünebilme hürriyeti, düşünceyi ifade hürriyetinden daha önemlidir." Bu da basit bir ifade... Ötelerden geliyor. Aşinâ değiliz...
Gerçek değişim işte buradan başlar. Buradan başlamayacak her değişim, negatifin gelişmesinden ibarettir. Ve negatifin gelişmesinden doğan bir değişim, uyuşturucu dozajının artmasından başka anlam taşımaz.
Süslü yanlışlardan basit doğrulara doğru bir
açılım acaba nasıl doğar? Nefs'leri acıtmadan ve ayaklandırmadan gönüllere ve zihinlere
çağrı mesajı eriştirmenin yolunu acaba nasıl bulabiliriz? Adressiz mektupları muhâtaplarına hangi postacı ulaştırır? Hangi üslup rengi ve müessiriyeti sağlayabilir bunu? Bu "ek görev"e acaba istismar şâibesi bulaşır mı?
Ama her şeye rağmen "yardımsız" kalmamak çok güzel. Umuda ve yardıma hasret bırakılmamak, hüzün yağmuru altında yürümeye çalışanların yüreğini ısıtıyor.
[email protected]