Deprem ve insan


Aczimizi ekseriya unutuyoruz. Depreme en hazırlıkülke olan Japonya'daki 9 büyüklüğündeki deprem bu yönden ayrıca düşünülmeli. Bu 9... Ya daha fazla olursa? Hiçbir hazırlık işe yaramaz.Tsunami, gemileri evlerin üzerine çıkarmış. Bakınca insan bir tuhaf oluyor. Korkunç bir olay. 17 Ağustos ve 12 Kasım depremleri 7'nin üzerindeydi. Bu 9 büyüklüğünde! Ekranda bir şeyler gördük ama, yine de tasavvur etmek çok zor. Kayıp ve hasar miktarı henüz belli değil. Bu, dünyanın bazı dengelerini etkileyecek kadar büyük bir deprem. Endişe verici ihtimallerden kurtulmak kolay değil. Aynı olay bizde olsa? Hiç düşünmeyelim daha iyi. En mantıklı tavırlardan biri, gönülden dua etmek. Yapabileceklerimizi de o dua hissiyatı ve olgunluğu içinde tevekkülle yapmaya çalışmak. Başka türlü kendi dengemizi bulamayız. Deprem sadece yer sarsıntısı değil, aynı zamanda ruh sarsıntısı. 1960'lı yıllarda 6,3 büyüklüğünde bir deprem olmuştu, sanıyorum Yalova merkezli. Ondan sonra yaşadığım en büyük deprem 7,4'lük 17 Ağustos depremi. Yazı yazıyordum, bir ara kalemi bıraktım düşünmek için. Çıt yoktu, hiçbir fevkaladelik hissetmedim. (Bazen hissederim) Birdenbire deprem fırlattı ve arka odaya gidip yatağa kapanarak gözlerimi yumdum ve dua etmeye başladım. Her biri bir asır gibi geçen 40 saniyeden sonra ayakta kaldığımıza inanamadım. Herkes sokağa fırlamıştı ama yıkılan bina yoktu. Çok hayret ettim ve sevindim. ...Bu dünyadaki üç günlük ömrümüzde neyi paylaşamıyoruz? Toplu yıkımdan korkuyoruz. Her birimiz kendi kıyametimizi yaşayacak değil miyiz? Sınırlı bir beyin kanaması geçirmiştim. Ense kökümde bir cızlama, elektriklenme hissettim, her taraf dönüyor gibiydi, oturur halde bile duramayıp arkama yaslandım. Midem, içim bulanıyordu. Gözlerimi kapattım ve yoğun bakımda açtım. Kaç dakika kaç saat geçti hatırlamıyorum... Sonra yavaş yavaş birkaç günde düzeldim. Kanama büyük değilmiş, beynin o bölgesi ilaçların da yardımıyla kendini toplamış. Bu, yarım kalmışı. Başımıza bunun yahut benzerinin tamamı da gelecek ve kendi kıyametimizi yaşayacağız bir gün. Ama ben o gün bir teslimiyet içindeydim ve muhtemel bir beyin ameliyatına hazırlamak için saçlarımı kestiklerinden sonra bile 17 Ağustos'taki kadar korkmamıştım. Bu deprem korkusu, başka bir korku. Bir de nükleer santraller tehlikesi söz konusu. Sızıntı olduğu söyleniyor. Santrallerin etrafı boşaltılıyor. Bu da bambaşka bir tehlike ve bizi ayrıca düşündürmesi gereken yönleri var. Depreme karşı her türlü eğitim ve teknoloji tedbiri alan zengin bir ülkedeki manzaralar bunlar... Bir profesör İstanbul'da 7,6 büyüklüğünde bir deprem olacak, diyor. Celal Şengör "Bugün yarın olabilir, 40 yıl sonra da olabilir. Ama bence erken olur." diyor. Üslubu da her zamanki gibi tuhaf: "Kuzey Anadolu fayı müşterisini bekletmez!" Bunu tarihî istatistik hesaplarına göre söylüyor, ama tarihî bilgilerin de çok yetersiz olduğunu belirtiyor! Peki yetersiz bilgilere dayanarak matematik sonuç rakamları vermek bilimsel midir? Japonya depreminden sonra, bu türlü konuşmaları çokça dinleyeceğiz. Ben duaya inanırım. Duaya inanmanın akla, bilime, tekniğe, tedbire aykırı bir tarafı var mı? Bunu faydalı ve lüzumlu görmenin de geçersizliğini kimse ispat edemez. Dış bakışla bile dua bir denge tedbiri olarak görülebilmelidir. Bütün gün felaket senaryoları anlatmakla yetinirseniz, herkesi psikolojik bir panik deposu haline getirirsiniz. Ne yapsak aczimizi ortadan kaldıramayız. Maddî tedbir kadar ruhi tedbire de muhtacız. Bildiklerimiz bilmediklerimiz yanında hiçtir, her şeye rağmen böyledir. Yıkıntıların altında kalınca yahut her taraf yıkılmışken sokakta kalınca ne yapacağımızı konuşurken, bunun nasıl bir psikolojik etki oluşturacağını düşünmeliyiz. Bu biçimdeki tek yönlü bilgilendirme telkinleri en sakıncalı durum olan potansiyel panik psikolojisini besler, büyütür. Panik depolayan tek yönlü bilgilendirmeler tedbire hizmet etmez. Tedbirsiz tevekkül de tevekkülsüz tedbir de insanın dengesini bozar. Deprem olmasa da biz sallanmaya başlarız.

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER