Suç işlememeye özen gösterirlerdi.
Mücbir dikkatle yazdıkları halde bile, tepkiyle karşılaşırlardı.
Engin Ardıç yazmıştı.
Hıncal Uluç da ucundan kıyısından konuya girer gibi yapmıştı da tam girememişti. Müzik adamları (ünlü besteciler, söz yazarları, ses sanatçıları da) bir şekilde tartışmaya dahil olmuşlardı.
Hani şu sözün müziğe ya da müziğin söze uyumsuzluğundan kaynaklanan ‘larda yüzen alsancak’ ve ‘ko benim milletimin’ gibi tuhaflıklar vardı ya...
Mesele buydu.
Tartışmacılar haklıydılar.
Haklıydılar ama,
İstiklal Marşı’nı ‘öz’ açısında tartışanlar kadar cüretkar ve kötü niyetli değildiler. Edep ve usul dairesinde söylüyorlardı söyleyeceklerini.
Anayasa’nın ‘değiştirilemez’ maddelerine dokunmayı, milli mücadelemize ve kahramanlarına saygısızlık yapmayı akıllarının ucundan dahi geçirmiyorlardı.
Fakat, ‘meş’um ve malum süreç’ten sonra,
İstiklal Marşı’nın esasına söz söylemek, bu marşın şairine türlü sözcüklerle
hakaret etmek moda haline geldi.
Hatta hazirun daha da ileri gitti, bu marşın yüce Türk milletini temsil etmediğini seslendirmeye başladı. Elimizde gül gibi ‘10. Yıl Marşı’ varken, bir tür ‘Arap kültürü yüceltmesi’ olan İstiklal Marşı’nı niçin ulusal marşımız olarak benimsiyormuşuz. Bu marş hem Atatürkçülüğe, hem de devrimlere aykırıymış.
Bunu söyleyenler, işi pratiğe de döktüler; resmi ve gayrı resmi toplantılarının açılışlarında
Behçet Kemal Çağlar gibi kötü bir söz yazarının kaleminden çıkmış 10. Yıl Marşı’nı kullandılar.
İş giderek çığırından çıktı...
İhtiyar devrimciler otantik 10. Yıl Marşı’nı,
Zülfü Livaneli hayranı gençler de
Kenan Doğulu’nun hızlandırılmış ve içine bol miktarda ‘cıs taka cıs taka’ serpiştirilmiş yorumunu seslendirmeye başladılar.
Hatta,
GATA’da görev yapan bir değerli
komutan çıktı, İstiklal Marşı’mızın şairi Mehmet Akif
Ersoy’u ‘Arap uşağı’ olmakla suçladı.
Değerli komutan, İstiklal Marşı’ndaki yerine göre ‘dinsel’ çağrışımı da olabilecek söz ve tamlamalardan rahatsızdı.
Benzeri bir rahatsızlığı, bugün, aynı ölçüde değerli bir komutan olan
emekli Tümgeneral Doğu Silahçıoğlu da dile getiriyor.
Silahçıoğlu, nasıl derler, daha açık sözlü, daha cüretkar...
Bugün coşku içinde okuduğumuz İstiklal Marşı’mızın 10 kıtalık tüm metnine ‘Hakk’, ‘ezan’, ‘
cennet’, ‘iman’ gibi sözcüklerin ustalıkla yerleştirildiğini söylüyor.
Silahçıoğlu’nun takıntısı sadece İstiklal Marşı’yla (ve muhtemelen bir Arap uşağı olarak gördüğü) Mehmet Akif’le sınırlı değil.
Türklerin
İslam dinini seçmiş olmasından da rahatsız...
Ne güzel ‘Şamanist’ inancına sahipken, görülmemiş bir
vahşet uygulayarak kadınlarımızın kızlarımızın ırzına geçen, erkeklerimizi kılıçtan geçiren Arap istilacılarının zoruyla İslam dinini seçmişiz.
Daha doğrusu, bu din bize dayatılmış...
Bunları yazıyor Silahçıoğlu ve bu ciddi, bilimsel, ‘epistemolojik’ kaygı gözetilmiş yazı
İlhan Selçuk’un patronajındaki
Cumhuriyet gazetesinde kendisine yer bulabiliyor.
İnsanın, ‘Ee, buna bir engel yok Paşa. Sen istiyorsan Şamanist kal’ diyesi geliyor ama, konu
şaka kaldırır cinsten değil.
Hiç değil...