Birikmiş bilmem kaç bin
dosya...
Yargıtay’da bekleyen şu kadar
dava... Eksik
personel... Yetersiz
mahkeme salonu... Ciddi miktarlara ulaşmış hâkim ve savcı açığı... Giderilemeyen “özlük hakları sorunları...”
Hep bunları sıralarlar...
Sonra da şunu eklerler: “Gecikmiş
adalet, adalet değildir...”
Doğrudur...
Gecikmiş adalet adalet değildir... Ayrıca, yargı sistemimiz problemlerle maluldür...
Kaç zamandır, mahkemelerin yavaşlığından,
Yargıtay’ın ataletinden, tutukluluk sürelerinin uzunluğundan yakınıyoruz. Güncel ve konjonktürel bir sorun değil bu. Nitekim, “12
Eylül mahkemeleri”nin açtığı davalar daha yeni sonuçlanmaya başladı. Kiminde “
zaman aşımı” devreye girdi, kiminde
görevsizlik kararı verildi, kimi davalar affa uğradı. Olan da, kesintisiz 10 yıl, 15 yıl içeride yatan sanıklara oldu.
Fakat bu her zaman böyle olmuyor.
Bazı mahkemeler, istediklerinde, “şıpın işi” karar verebiliyor.
Üst mahkemeler de, yine istediklerinde,
vakit sektirmeden bu kararları temyiz edebiliyor.
Ne birikmiş dosyalar sorun oluyor, ne personel azlığı, ne de mahkeme salonlarının yetersizliği...
Örnek mi?
Diyecekler ki, “Bu da sürekli kendi davalarından örnek veriyor, sanki memlekette başka hızlı muhakeme örnekleri yokmuş gibi...”
Mutlaka vardır da, şu an aklıma kendimden başka örnek gelmiyor.
Bir tarihte, aynı zamanda
Adalet Bakanı Müsteşarı olan bir Yargıtay mensubuna, gazetelere de konu olmuş bazı suiistimallerini hatırlatarak, “Bu şaibeyle bu görevde daha fazla kalamazsınız” demiş bulunmuştum.
Hemen dava açtı.
Kısacık bir yargılama safahatından sonra, hatırı sayılır miktarda tazminat cezasına çarptırıldım. Ne doğru dürüst savunmamı ikmal edebildim, ne de mal bildiriminde bulunabildim.
Davayı açan Yargıtay mensubu olunca, demek ki, “birikmiş dosyalara, personel azlığına, salonların yetersizliğine” filan bakılmıyor...
Bakılmadı da...
Naci Ünver Bey döneminde de benzer bir iş geldi başıma...
Naci Bey ve arkadaşları, “dairelerine” (Yargıtay 8.
Ceza Dairesi’ydi yanlış hatırlamıyorsam),
hakaret ettiğim gerekçesiyle hakkımda
tazminat davası açtılar... O sıra başım başka davalarla belada olduğu için, “Mehmet E.
Yavuz” müstearıyla yazıyordum.
Ne mi oldu?
Mahkeme “hemen” sonuçlandı...
İtirazım “hemen” reddedildi.
Bir ton para da Naci Bey ve arkadaşlarına ödemek zorunda kaldım.
İlginçtir, bu dava da “birikmiş dosyalara, personel eksikliğine, mahkeme salonlarının yetersizliğine” bakılmadı.
İki gün önce, bir restoranda,
Esenyurt eski belediye Başkanı Gürbüz Çapan’la karşılaştım... Aynı zamanda “
Ergenekon davası sanığı” olan Çapan da mahkemelerin yavaşlığından yakınıyordu. Tamı tamına 18 ay içeride tutmuşlar... Doğru dürüst bir şey sormamışlar, ortaya doğru dürüst bir
belge koymamışlar... “Ancak 18 ay sonra mahkemeye çıkıp ifade verebildim. Yattığım da yanıma kâr kaldı...” diyordu.
Bir de sitemi vardı: “Beni Perinçek’lerle,
Veli Küçük’lerle, Kerinçsiz’lerle aynı torbaya koydular... En çok da buna içerliyorum.”
Buradan da şu sonucu çıkarıyoruz:
Bazı mahkemeler “şıpın işi” karar veriyor ama bazıları da istediklerinde işi “ağırdan” alabiliyor...
İşimize gelirse!