Bu
İsrail hamuru daha çok su kaldırır... İlk birkaç gün “haydut devlet”in yapıp ettiklerini konuştuk, bağırdık çağırdık, lanetler okuduk, beddualar ettik.
Biraz hafifledik...
Bununla birlikte, birtakım harika “başlangıçlara”
tanık olduk.
Mesela, dış meselelerde ihtiyatı elden bırakmayan
Onur Öymen’in, İsrail
Dostluk Grubu’ndan
istifa ettiğini öğrendik.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun İsrail’i yüksek sesle kınadığını, Devlet Bahçeli’nin yüreğimizi soğutan açıklamalar yaptığını gördük.
Daha da önemlisi şuydu:
Ertuğrul Özkök’ümüzle, Fatih Altaylı’mızla, monşer büyükelçilerimizle İsrail terörüne karşı topyekûn bir görüntü sergiledik ve bazılarının istihfafla karşıladığı “Türk milleti” gerçekliğinin öyle pek de hafife alınır bir şey olmadığını gösterdik.
Fakat, Özkök ve Altaylı’nın katkı sağladığı görüntüden ne olacaktı ki?
Ömrü, hepi topu 48 saatmiş...
48 saat sonra ikisi de su koyverdi.
Hatırlayacaksınız, savaş zamanlarının Özkök’ü, Mavi
Marmara gemisine saldırıldığı haberi gelir gelmez, bir “ilk”e
imza atmış, yazı günü ve saati olmadığı halde, sıcağı sıcağına yazdığı yazıyla, İsrail hükümetine tarihinde duyacağı en ağır lafları etmişti.
Nasıl ateşli sözler, nasıl ağır hakaretler, nasıl yakası açılmadık küfürler...
Kavlince, “van münüt” demişti.
Hiç abartmıyorum, bugüne kadar okuduğum, en sert İsrail eleştirisiydi.
İsrail bu “van münüt”ü mutlaka ciddiye alacaktı, “Eyvah, Özkök’ü de mi kaybediyoruz, ne?” diye soracaktı,
Mavi Marmara gemisine saldırdığına pişman olacaktı.
Böyle düşünüyordum.
Hatta, yazı internet baskısında görünür görünmez,
telefon açıp
tebrik etmeyi bile içimden geçirdim.
Fakat, içimde başka bir ses, “Bekle hele” diyordu, “Bekle bakalım...”
Bu Özkök’e güven olmazdı.
Bu Özkök “tuhaf-ötesi” bir adamdı.
11
Eylül sürecinde az mı galeyana gelmişti? Az mı tezkerecilik yapmıştı.
Kuzey Irak semaların da az mı savaş uçağı uçurmuştu... “Şu
Barzani denilen adamı gidip ininde vuralım, daha ne bekliyoruz?” diye az mı akıllar fikirler vermişti.
İyi ki beklemişim.
İki gün sonra ateşi düştü, küfürlerin yerini “mırın kırın” eden ifadeler aldı ve birdenbire “İsrail’in de haklı olabileceği hususları” hatırladı.
Elbette
Gazze’ye
yardım etmeliymişiz de, birileri de kalkıp günün birinde
İskenderun limanına gemi yanaştırmaya kalkarsa ne yaparmışız! Elbette
Filistin halkına sahip çıkmalıymışız da, başkaları da kalkıp
PKK’ya sahip çıkmaya yeltenirse ne
cevap verirmişiz!
Bu yaklaşıma kendi grubundan iki yazar
itiraz edince, kıvırdı.
Hayır, başka bir şey anlatmaya çalışıyormuş. Böyle olacak demiyormuş... Ya böyle olursa... Ya birileri Kürdistan’a yardım göndermeye kalkarsa... Zorda kalmaz mıymışız? Bu duruma fikren, zirken, manen, maddeten hazırlıklı olmalıymışız...
PKK’yla Hamas’ı özdeşleştirmek belki cehaletle açıklanır ama onun da ötesinde “kötü niyet”e işaret eder.
Kötü niyetli bir yazar olarak
Ertuğrul Özkök, bizi, kapımıza dayanacak tehlikeye karşı uyardığını söylüyor ama esasında “Bırakın bu işleri, Gazze meselesiyle ilgilenmeyin” demeye getiriyor.
İsrail ağzıyla konuşuyor yani...
Dünyada PKK’yla Hamas’ı özdeşleştiren tek
ülke var; o da İsrail.
Hamas’tan PKK süzmeye çalışan tek yazar da, bizim “cin fikirli” Ertuğrul Özkök’müş...