Buradaki ‘kırık
kalp’, son aylarda cengaverce yazılar yazıp, ‘Söyle
Başbakan, açıkla Başbakan,
Deniz Feneri’ni unutma Başbakan, Zahid’i hemen görevden al Başbakan...’ tonunda ünleyen Mehmet Yakup Yılmaz dostumuz.
Bir zamanlar çok kırık, çok ‘
damar’ yazılar yazardı.
Kadın ve aşk konularında dehşetengiz saptamalar yapardı.
Okurlarını adeta acıdan gebertirdi.
Bir durumdan bir duruma geçiş nasıl mümkün olur?
Sen Pazar ufunetinde bizleri ‘duyarlılık’ gemilerinde yüzdür, Pazartesi’den itibaren gerilim dozu yüksek
siyaset yazıları yaz?
Nasıl olur, bilmiyorum ama, Yakup dostumuz bir durumdan bir duruma geçebiliyordu.
Hem de çok kolay geçiyordu.
Bir ara, herhalde adam yokluğundan, aynı anda iki
gazetenin (Posta ve
Radikal’in) genel yayın yönetmenliğini yapıyordu.
İlki ‘lumpen gazetesi’ydi.
İkincisi, piyasa tabiriyle ‘entel gazetesi...’
İlkinde, sırasında ‘siyaset dışı’ çözümlere de göz kırpan antidemokratik bir hava egemendi.
İkincisi yüksek siyaseti ve ‘
demokrasi’yi savunuyordu.
İkisinin başında da Yakupdostumuz vardı.
Peki, bu nasıl oluyordu?
Oluyordu işte.
Gerçi demokrasiyi savunan ‘ikincisi’, bir ara yalpa yapıp ‘Paşa, Başkan’ı hizaya soktu’ türünden başlıklar atar olmuştu ama, hadi bunu dönemin (28
Şubat’ın) şiddetine verelim.
Biliyorsunuz, Yakup dostumuz birkaç yıl önce Turgay Ciner’li
Sabah’la el sıkışmıştı. İyi bir paraya anlaştığı söyleniyordu. Sonra ne olduysa oldu, Ciner’e verdiği sözün üzerine yatıp
Doğan Grubu’na döndü.
Buna,
Hürriyet’in vitrin değeri yüksek ‘Bir Günün Hikayesi’ köşesini verdiler.
Bence çok iyi ettiler.
Dostumuz, köşenin vitrin değerini düşürse de, çok iyi, çok değerli yazılar yazdı.
Hep yolsuzlukların üzerine gitti.
Bir sürü Deniz Feneri yazısı yazdı.
Başbakan’a, bakanlara,
rakip firmalara, rakip gazetelere giydirdi.
RTÜK’ün Zahid’ine çakıp durdu.
Dengir Mir Mehmet
Fırat’la, Başbakan’ın damadını da
ihmal etmedi tabii.
Fakat,
Aydın Doğan’ın damadıyla ilgili tek laf çıkmadı ağzından.
Diyorum ki, yolsuzlukların üzerine ceffelkalem giden ‘cesur yürek’ Mehmet Yakup Yılmaz, şu ‘kağıt alımları’yla ilgili de zihnimizi açacak bir yazı döşense.
Hayır, patronuna vurması,
damat Yalçındağ’ı kamuoyu önünde
küçük düşürmesi gerekmiyor.
Kendisi de hatırlayacaktır, 2001 ve 2002 yıllarında,
Türkiye’deki gazetelerin çoğu, kullanacakları
ithal káğıdı
Rusya’dan alıyordu.
Rusya’dan alınan gazete káğıdının tonu yaklaşık 450-455 dolardı...
Fakat, Aydın Doğan’a ait Doğan Dış
Ticaret, Hürriyet ve
Milliyet’in kullandığı Rus káğıdını, Virgin Adaları’nda Shawcliff Trading Ltd. ve Sortal Trading Ltd. adlı iki şirket üzerinden 655 dolara satın alıyordu...
Bu nasıl oluyordu?
Buradaki 200 dolar fark kimin cebinden çıkıp, kimin cebine giriyordu?
Daha da önemlisi, devletten
vergi kaçırılıyor muydu?
Bence
Almanya’daki Deniz Feneri Derneği yetkilileri (suçlarını ikrar ettiler zaten) yolsuzluk yapmıştır ve çok ayıp etmiştir.
Zahid Akman da, aklanıncaya kadar, görevini bırakmalıdır.
Şimdi sıra sende Yakup...
Sen de ‘kağıt alımları’ konusunda yalancıktan da olsa bir ihtirazi
kayıt geliştir ve yine ‘yalancıktan da olsa’ hadisenin vuzuha kavuşturulmasını iste.
Bu çağrım,
Özdemir İnce hariç, tüm Doğan Grubu yazarları için geçerlidir.