Genelkurmay Başkanı
Orgeneral İlker Başbuğ’un “mütareke basını” benzetmesine en büyük
destek kimden geldi dersiniz?
Kimden olacak?
Elbette, Aydın Doğan’ın “elimde şişti” dediği
Vatan gazetesinden...
Daha doğrusu, bu gazetenin Hikmet Bila adlı yazarından...
Bu gazete, bir “
Zafer Mutlu fantazyası” olarak doğdu; amaç
Sabah gazetesinin önünü kesip iki numaralı koltuğa yerleşmek, süreç içinde Doğan
Medya Grubu’na rampa yapmaktı.
Doğduğuyla kaldı...
Hazır doğmuşken de, yine Aydın Doğan’ın elinde, Gözcü gazetesinin boşalttığı “
halk muhalefeti” cephesine konuşlandırıldı...
Madem elde şişmişti, öyle bir yayın politikası gütmeliydi ki, hem merkezde durmalı, hem solculuk yapmalı, hem milliyetçi olmalı, hem kıraathane müşterisinin düzeyine uygun bir “muhalefet dili” geliştirmeli, hem grubun çıkarlarını savunmalı, hem de (inşaallah) istikbaldeki
CHP-MHP koalisyonuna göz kırpmalıydı.
Haa, bir de “sulandırıcılık” gibi bir görevleri var...
Ergenekon bahsi, yeterli miktarda yankı bulmuyor bu gazetede.
Balyoz hadisesine giriyorlar, ara ara bazı ilginç haberlere
imza atıyorlar ama
Doğan Medya Grubu’ndaki geleneksel “tepkisizlik” bu gazetede de fazlasıyla kendini gösteriyor.
Hakaret kastım yok... Kurumsal kimliklerine yönelik dostça bir
eleştiri saysınlar bunu.
Bir de, “ateşli” ve “celadetli” yazarlarının durumuna baksınlar...
Ruhat Mengi’siyle, Mustafa Mutlu’suyla, çıktığı her televizyon programında “çıldıran” ve etrafa tükürükler saçarak konuşan Can Ataklı’sıyla, sinik Zülfü Livaneli’siyle, bir tür “
militan muhalefet” örneği sergiliyor gazete ve ortaya çıkan bağırtıdan ne dediği anlaşılmıyor.
İşte bu gazetenin Hikmet Bila’sı,
Başbuğ’a destek vermiş.
Ben olsam, Başbuğ’un “Bugün maalesef Türkiye’de basının bir bölümü, çok açık söylüyorum,
İstiklal Savaşı’ndaki mütareke basınını dahi aratacak seviyede. Ben inanıyorum ki, mütareke basını dahi bu kadar
hain, bu kadar önyargılı değildi” sözlerini teessürle karşılardım.
Bila’da teessürün “t”si yok... Bilakis, “TSK yıllardır bir büyük savaşın içindeyken...” diye eyyam yapıyor.
Ben olsam, “Basının hangi bölümünü kastediyorsunuz Sayın Başbuğ?” diye sorardım.
Bila’da böyle bir niyet yok...
Bilakis, “Yazık. Gerçekten çok yazık. Mütareke basınını bile aratıyor kimileri...” diyerek hınk deyiciliğe soyunuyor.
Ben olsam, “Hangi haberlerinden şekvacısınız Sayın Başbuğ? Terörle mücadele azminizi kıran birkaç
ihanet örneği gösterebilir misiniz?” diye sorardım.
Bila’da mesleki tecessüs yok...
Bilakis, “Halkın Silahlı Kuvvetleri’ne güvenini sarsmak için ellerine fırsat geçtiğini mi hesaplıyorlar?” diyerek, Paşasının yanında pozisyon alıyor.
Ben olsam, ordu içindeki cunta faaliyetlerini,
fişleme iddialarını, “Adi
Başbakan” parolasını,
yüksek yargı mensuplarıyla teşrik-i
mesai halindeki generalleri, sistematik andıçları, Şamil
Tayyar ve Adem
Yavuz Arslan uyardığı halde neden adı geçen karakollarda önlem alınmadığını sorardım... Bununla da kalmaz, ıslak imzalı “kağıt parçası”ndan girer, “law silahı”ndan çıkardım...
Bila’da fikri takip yok...
Bilakis, “Askerin içine nifak mı sokmaya çalışıyorlar?” diyerek, mesleğin gereğini yapan gazetecileri
hedef gösteriyor.
Şimdi, “Git yat Hikmet” desem, haksızlık mı etmiş olurum?
Hakikaten de gitsin yatsın.