Kazurat takımıyla uğraşmaktan sıra da gelmiyor ki. Karar aldım: Bugün itibariyle nadasa bırakıyorum onları; azıcık dinlensinler, gelişsinler, serpilsinler, kıvam bulsunlar, öyle...
Ben diyorum ki, ‘çıkarsa, soldan çıkacaktır.’
Bunu
Fazıl Say da söylüyor.
Fazıl’la aramızdaki fark şu:
Fazıl, bir tür çakma Glenn Gould olarak dünyada yaygın bir üne kavuştu, en iyi Bach yorumcuları arasına girdi, ‘Bachlamalar’ıyla hassas gönüllerde taht kurdu; dolayısıyla her söylediğinde ‘keramet’ vehmediliyor.
Ben tembel ve asosyal bir gazeteciyim;
Ankara’ya,
Orgeneral İlker Başbuğ’dan fırça yemeye gitmeye bile üşeniyorum. Oturduğum yerden ahkam kesiyorum... Arada Fazıl gibilere ayar vermeye kalkıyorum... Kazurat takımına sataşıyorum filan... Yaygın bir üne sahip olmadığım için de, söylediklerim para etmiyor.
Olsun...
Ben söyleyeceğimi söyleyip
denize atayım da,
balık bilmezse Halik nasılsa bilecektir.
Bu uzun girizgahtan sonra sözü Deniz
Baykal’a getirmek istediğim anlaşılmıştır.
Niyetim, esasında,
Fazıl Say’ın mektuplarından çıkan ‘sol’ tanımı üzerinde durmaktı ama, mevzu ‘sol’dan açılınca, söz kendiliğinden Baykal’a gidiyor.
Bu arada Fazıl’ın ‘mektuplarını’ okuyor musunuz?
Ben okuyorum ve çok mutlu oluyorum.
Sen, ‘iyi’ sınıflandırmasına giren yazarlardan Ahmet Say’ın oğlu ol, çok iyi bir eğitim al, en iyi Bach yorumcuları arasına gir, Türk şiiri ve Nazım Hikmet konusunda ahkam kes, ama ‘dahi’ anlamına gelen ‘de’leri ve ‘da’ları ayırama... Bu ‘dil’ kavrayışınla da kalk, ‘sol’ konusunda Baykal’a
akıl ver...
Neyse, ikimiz de aynı şeyi söylüyoruz; ‘çıkacaksa, soldan çıkacaktır’ diyoruz.
Bütün dünyada böyle olmuş...
Evet, güzel yurdumuzda ‘sağ’, statüko karşısındaki (istenmeyen) konumu nedeniyle sürekli ‘ilerici’ ve ‘demokrat’ bir görüntü vermiştir. Dolayısıyla, bir yığın reforma
imza atmıştır. Batıdaki benzerlerinden de farklıdır. İlerlemecidir, kalkınmacıdır, dönüştürücüdür, şudur budur ama, mütekamil bir ‘özgürlükler ortamı’ solun katkısı ve lokomotif görevi olmadan asla mümkün değildir.
Fakat sorun, ‘sol’ denilen yapıda değil; ‘solcu’ olduğunu öne süren ve Fazıl Say gibilerin akıl vermelerine muhtaç hale gelen siyasetçilerde... Yani,
Deniz Baykal’da...
Baykal, bir ara ‘sağa açılarak solu bulmak’tan sözediyordu. Sonra, çarşaf ve Kur’an Kursu açılımları yaptı, ‘halka yakın olmalıyız’ filan gibi laflar etmeye başladı... Fazıl’dan da zılgıtı yedi tabi; Ne demek halka yakın olmak? Solcu adam, bilakis, halkla arasına mesafe koymalıymış...
Ben de diyorum ki, ‘sağa açılarak solu bulmak’ ve hiçbir inandırıcılığı olmayan açılımlar yapmak yerine, bütün dünyanın yaptığı gibi, bilinen ‘sol’ tanımından yola çıkarak ‘solu bulmak’ daha kolay, daha kestirme bir yöntem değil mi?
Bizde solculuk, ne yazık ki, köprüye, baraja, tüp geçite, piyasa ekonomisine,
inanç özgürlüğüne, düşünce özgürlüğüne, demokratik anayasaya,
Özal’a,
Menderes’e,
Amerika’ya,
Avrupa’ya,
Asya’ya, hatta tüm
Afrika kıtasına karşı olmak, darbeleri desteklemek, muhtıralardan medet ummak, ‘statüko’ adına ne varsa sahiplenmek anlamına geliyor...
Baykal’ın solculuğu da,
Türkiye’deki cari solculuklardan farklı değil maalesef.
Bizde ‘sol’ zannedilen şey, teokratik laisizmle Kemalizmin (Atatürkçülük değil, dikkat!), müntehib-i sani demokrasisiyle (!) totalitarizmin izdivacından doğmuş bir tuhaf ideoloji...
Bu ideolojiyle ödeşmeden ‘solcu’ olunmuyor.
Fazıl Say olunabilir, ama solcu olunmuyor.
Ben, ‘çıkarsa, soldan çıkacaktır’ görüşümü muhafaza ediyorum.
AK Parti’yi başarılı kılan ve (bence) sola yaklaştıran da, o tuhaf ideolojiyle arasına mesafe koymuş olması...