Memleketin sözlüğü, haber portalı,
internet sitesi, nihayet müşerref olduğum
Twitter alemi, sözbirliği etmiş gibi,
Ertuğrul Özkök’ten sonra yazacak konu bulamayacağımı, dolayısıyla “işsiz” kalacağımı
müjdeliyor...
Haksız da sayılmazlar...
Hayır, Twitter denilen mecrada yokum...
Sadece “nedir bu?” merakıyla girdim; bir iki mesaja baktım, bir iki
özel hayat bilgisi okudum, bir iki fotoğraf gözledim... Bana göre olmadığına hükmettim. Teşhirciler teşhir ediyor, röntgenciler izliyor. Bu işe yarıyormuş...
Ertuğrul meselesine dönelim...
Evet, “velut” bir konuydu; söyledikleri, yazdıkları ve eylemleriyle bir zihniyete istinat ettiği, daha doğrusu o zihniyeti ele verdiği için vazgeçilmez bir
tartışma öznesiydi.
Hadi daha açık konuşalım; “günü nasıl kurtaracağım?” telaşına düşmüş munkabızlar için ekmek kapısıydı.
Bu kadar dayanıklısını, bu kadar renklisini bulmak zor...
Resmen ekmeğimle oynadılar...
Bir süre, “entelektüel” kontenjanından
Hürriyet gazetesine sokulan
Özdemir İnce’yle idare etmiştim... Fena da gitmiyordu... İşi, “İslamcı ajanlar
yüzme havuzlarını zehirleyecek, yazlıkçılar aman dikkat” boyu
tuna vardırınca bıraktım...
Bir de, entelektüel geçinir, entelektüalizmin ne olduğunu bilmez.
Şiir yazar, şiirin ne olduğunu bilmez.
Eğitim-
öğretim işlerine sardırır, “tevhid-i tedrisat”ın ne olduğunu bilmez.
Siyaset yazar,
siyasetin ne olduğunu bilmez.
Sabetaycılık üzerine yazar, Sabetay Sevi’nin kim olduğunu bilmez.
Sevi’yi Levi’yle karıştırır, minareyi “
kule” diye çevirir, ezanı “
şarkı” yapar, İsmet Paşa’yı
“Milli Görüşçü” ilan eder...
Hilmi Yavuz’un kulakları çınlasın; daha “Tabula Rasa” meselesinin hesabını verebilmiş değil.
Neresiyle tartışacaksın?
Bir aralar, Tarık Akan’ın babasından öğrendiklerini satıyordu; “27
Mayıs ve 28
Şubat darbeleri iyidir; 12
Mart ve 12
Eylül darbeleri kötüdür... Tarık Akan’ın babası böyle söylüyor...”
Bunları yazmış, yazabilmiş bir adamla girişeceğin müsademeden ne çıkacak ki, “barika-i hakikat” çıksın!
Emre Kongar’dan da bir şey çıkmıyor.
Zülfü Livaneli’den de çıkmıyor.
Mehmet Ali Kılıçbay olacak gibiydi, izini kaybettim.
En son, “Ben de varım” diye Tuna Kiremitçi kafa çıkarmıştı, o da erkenden havlu attı.
Kala kala,
Ertuğrul Özkök kalmıştı elde...
Onu da aldılar...
Fakat müjde: Fiilen gitti ama “ruhuyla” dolaşıyor aramızda... Gene kurnaz, gene spekülatif, gene pervasız... Hatta, gene tuhaf.
Dün, “Önümüzdeki dönem yükselecek yazarları” anlatmış; “vicdan” ve “merhamet” gibi bariyerler koyarak, buna uygun davranan bazı yazarları sıralamış.
Listeye bir itirazım yok.
Fakat, listedekilerin yazdıklarına da bir göz atmamız gerekiyor.
Biri, “
Ergenekon diye masalsı bir
icat ettiler” diyordu...
Bir diğeri, “Askeri vesayete biriken tepkiler, yıllarca laf edilemeyen babaya karşı
ergenlik buhranına dönüşmüş vaziyette” gibilerden laflar ediyordu.
İnşallah önümüzdeki dönem daha da yükselirler, geleceğe kalırlar, ilelebet yaşarlar da... Böyle yaşamak yaşamak mıdır, onu da kendileri düşünsün artık...