İki sinemacı, bir şarkıcı, bir deprem uzmanı, bir İlahiyatçı, iki yazar, bir bilim kadını, bir
ressam, bir güzel oturmuş, ‘
Ergenekon davasına’ veryansın etmişler...
Ressamın tezi nedir, bilmiyorum.
İlahiyatçı niçin kendini ortalara atıverdi?
Bunu da bilmiyorum.
İlahiyatçı, ‘
Türkiye’nin asıl sahipleri nerede?’ derken, ne demek istiyordu?
Müjdat Gezen ne arıyordu o toplantıda, kime laf çakmaya uğraşıyordu? Daha da önemlisi, ‘irticanın 100. yıldönümünü kutlamakla’ suçladığı kişiler kimlerdi?
Bu kişiler, Ergenekon operasyonunu yürüten savcılar olabilir miydi?
Depremci bilim adamımız, ‘Bana Türkiye’de deprem ne zaman olacak diye soruyorlar. Türkiye Cumhuriyetinin temelleri yıkılıyor. Bundan daha iyi deprem mi olur’ derken, Sümerolog bilim kadınımızı mı korkutmaya çalışıyordu?
Peki, Sümerolog bilim kadınımız, ‘Biz ne yaptık. Bu memlekette kuran kursu, imam hatip açıldı, hiçbirimiz burada ne yapılıyor diye bakmadık. Şimdi sonucu çok yakından gördük’ derken, gördüğü sonuçla Ergenekon operasyonları arasında nasıl bir bağlantı kuruyordu?
Diyorum ya, bilmiyorum.
İsterseniz,
sanatçılarımızın (ve de bilim insanlarımızın) anlaması için tane tane gidelim.
Ergenekon,
darbe teşekkülünü ortaya çıkarmaya yönelik bir operasyondur.
Konu yargıdadır.
Son sözü ‘görevli
mahkeme’ söyleyecektir.
Her soruşturmada olduğu gibi, hukuk zorlanmıştır, masum insanlara suç isnat edilmiştir, kurunun yanında yaş da yanmıştır...
Olabilir.
Bu, malum operasyonun
doğal bir sonucu değil, Türkiye’deki
adalet sisteminin yapısı ve işleyişiyle alakalı bir arazdır.
Bu araz, yüzlerce insanın hayatına mal oldu.
Bir Baş
bakan ve iki Bakan asıldı...
Deniz Gezmiş ve arkadaşları ha keza... Kenan
Evren hukukunun ipe gönderdikleri ha keza...
Dermek ki sistemin
arızalı olması, arıza çıkaracak/arıza çıkarması muhtemel oluşumların üzerine gitmemize engel değilmiş.
İkincisi:
Darbe iyi bir şey değildir.
Mahiyeti ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin, neye istinat ederse etsin, son derece kötü bir şeydir.
Kötü de laf mı? Alçaklıktır.
Darbelerle ödeşmesi gereken sinemacı dostumuz (ismi
Tarık Akan’dır), hem Ergenekon operasyonuna verip veriştiriyor, hem de gittiği her platformda darbe düzenine övgüler yağdırıyor.
Bazı darbeler iyiymiş, bazı darbeler kötüymüş.
Mesela, 27
Mayıs çok iyiymiş... Ama 12
Eylül çok kötüymüş...
Bir de diyor ki, ‘
12 Eylül’ü yapan benim ordum olamaz.’
Hepsi senin ordundu Tarık Akan...
27 Mayıs’ı yapan da, 12
Mart’ı gerçekleştiren de, 12 Eylül’de ortaya çıkıp seni
Selimiye Kışlası’na hapseden de, 28
Şubat’ta meşru iktidarı postmodern yoldan alaşağı eden de aynı orduydu.
Senin ordundu. Bizim ordumuzdu.
Şekvacı göründüğün Ergenekon operasyonu da, ‘ordumuzu’ darbeye kışkırtan oluşumu açığa çıkarmaya uğraşıyor. Sen kalkmış darbecilerin hukukunu savunuyorsun.
Darbeleri desteklemek ilericilik midir, solculuk mudur, çağdaşlık mıdır?
Dahası, onurlu bir davranış mıdır?
Ergenekon operasyonuna karşı şanlı bir duruş sergiliyorsun. Aferin, iyi de ediyorsun...
Peki, ortaya saçılan darbe planlarıyla, bombalarla, cinayetlerle, kuyulardan çıkarılan
kemik parçalarıyla, ‘
Ordu Göreve’ pankartlarıyla, mahkeme önü nümayişleriyle,
linç gösterileriyle neden ilgilenmiyorsun?
Dünyanın neresinde var böyle bir sol, böyle bir sanatçı rikkati?