Ben hâlâ aynı sorunun peşindeyim:
Meclis’in üzerinde bir “
tayin edici irade” var mıdır?
Kim belirliyor bu iradeyi?
Hangi ana
yasa maddesi, hangi
kanun, hangi
genelge?
Meclis yasa yaparken, ya da anayasayı değiştirirken, o “tayin edici” üst iradeden mi direktif alacak?
Bu konuda bizim bilmediğimiz bir “
teamül”, anayasaya sokuşturulmuş bir “gizli madde” mi var?
Hadi daha açık soralım:
Meclis yasa yaparken ya da anayasayı değiştirirken, hiçbir “denetim fonksiyonu” bulunmayan
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan “uygunluk
belgesi” mi alacak?
Değilse, durumdan vazife çıkararak “Zinhar, laikliğimize dokunan bu konuyu müzakere bile edemezsin” diye parlamentoya direktif yollayan Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya hangi “durumu” gözetmiş oldu?
Başsavcı laikliği çok seviyor...
Bu bizi mutlu ediyor.
Bu sevgi, çok güzel bir
iddianame hazırlatmıştı kendisine...
Bir kısmı “google çıktısı” olan iddianamede, aşırı
laiklik sevgisinin insanı nerelere götüreceğine ilişkin harika bölümler de vardı ama “total” olarak güzel bir metindi.
Mesela,
Başbakan Erdoğan’ın, “İstiyoruz ki, başı örtülü ve başı açık öğrencilerimiz, bir arada barış içinde öğrenimlerini sürdürsünler” cümlesi, Başsavcı tarafından “ağır laiklik ihlali” sayılmıştı.
Böyle çok örnek sıralayabilirim...
Elbette laikliğimizi sevelim, ona gözümüz gibi bakalım, kem nazarlardan koruyalım da, bu sevginin bizi düşüreceği “aşırı durumlar”dan da sakınalım. Bu devleti var eden tek değer laiklik değil...
Başsavcı laikliği seviyor ama
demokrasiden pek hazzetmiyor.
Laikliğe yöneldiğini varsaydığı tehditler karşısında hemen kâğıda kaleme sarılıyor, kıyıda köşede belge arıyor, “
arama motorlarını” devreye sokuyor ama konu “demokrasi” olunca kılını dahi kıpırdatmıyor.
Neden?
Demokrasiyi laiklikten değersiz mi buluyor?
Devleti var eden değerler arasında “hiyerarşi” ya da “mahiyet farkı” gözetilebilir mi?
Bir siyasi parti var...
İsmi lazım değil.
Bu partinin neredeyse tüm
yönetici kadrosu, “
terör örgütüne üyelik” suçlamasıyla yargılanıyor. Birçoğu
tutuklu...
Haklarındaki iddia da yenilir yutulur gibi değil: Parlamenter düzene karşı
darbe hazırlamak, devletin gizliliğini ilgilendiren belgelerle “siyasi
manipülasyon” yapmak, çete kurmak, vs...
Başsavcı, bu parti hakkında
dava açmadı.
Bırakın dava açmayı, kuru bir “uyarı” yazısı bile göndermedi.
Başbakan’ın bilakis “taltif” edilmesi gereken “İstiyoruz ki, başı örtülü ve başı açık öğrencilerimiz, bir arada barış içinde öğrenimlerini sürdürsünler” cümlesini “
kapatma gerekçesi” sayan Başsavcı, bir kısmı
Ergenekon iddianamesine girmiş iddiaları soruşturmaya değer bulmadı.
Denilebilir ki, “Henüz Ergenekon yargılaması sona ermedi. Mahkeme kararıyla kesinleşmiş bir cürüm yok...”
Doğrudur...
Peki, yüzde 47’yle iktidara gelmiş AK Parti’nin
mahkeme kararıyla kesinleşmiş hangi cürmü vardı ki, hemen bir iddianame derleştirildi?
Başsavcı’nın cevabını merak ediyorum.
İcabında yemesin içmesin, bu soruya
cevap bulsun...