Dünyanın bütün bilgilerini, bütün kriptolarını, bütün sağlık raporlarını da önüme yığsalar, hissiyatım değişmez.
Rahmetli Turgut
Özal’ın, normal yollardan rahmeti rahmana kavuştuğuna inanmıyorum.
Bildiğim bir şey yok...
Elimde “hissiyatımı” somutlayacak bir veri de yok...
Bir tanıklık, bir ifade, bir
belge... Hiçbir şey yok.
İnancım bu yönde sadece... Özal’ı öldürdüler yahut ölümünü çabuklaştırdılar... Ya da “ölümüne göz yumdular...”
Konu, mahdum Özal’ın “
babama suikast tertipleyenleri isim isim biliyorum” açıklamasından sonra yeniden
gündeme geldi...
Usuldendir: Konu her yıl, mahdum Ahmet Bey yahut refika Semra Hanımefendi’nin (kimilerine göre “gündem yaratma gayretiyle”) gündeme gelir, bir süre konuşulur, ortaya birtakım tanıklıklar ve belgeler dökülür, sonra unutulur gider...
Bir ara “kayıp saç kılını” tartışmıştık.
Buna bir süre sonra “kayıp kan örneği” ilave olundu...
Bu kez,
Kartal Demirağ’ın rahmetliye düzenlediği suikastı ve rahmetlinin hiç de normal olmadığı söylenen “ölümünü” tartışıyoruz.
Mahdum
Ahmet Özal, suikasttan
bahis açıp, bir dönemin MGK Genel Sekreteri Or
general Sabri Yirmibeşoğlu’nun ismini verince, gözler ister istemez generalin yapıp ettiklerine ve Turgut Özal’ın Çankaya’daki “sessiz sedasız ölüme” çevriliverdi.
General, bir gayrı nizami harp uzmanıydı ve “uzmanlığı” çerçevesinde Kıbrıs’ta cami yaktıklarını
itiraf etmişti... Sonradan yalanladı, “Yanlış anlaşıldım, Rumların cami yaktıklarını söylemeye çalışıyordum” dedi ama pek de inandırıcı olamadı...
Bana sorarsanız, cami olayının kahramanıyla, Özal suikastı arasında, dolaylı ya da dolaysız, bir bağlantı yok... Varsa da, bunu
Kartal Demirağ bile bilemez.
Herhalde, “Kıbrıs’ta cami yaktıran general,
içeride neler yapmaz ki?” demek isteniyor. Geçelim... Biz, şimdilik, rahmetlinin “normal olmadığı” söylenen ölümüyle ilgiliyiz.
Ben en çok “dokuzuncu” namıyla maruf eski Cumhurbaşkanımız Süleyman
Demirel’in düşüncesini merak ediyordum.
Ne diyordu muhterem?
İddialar onun kafasında da bazı soru işaretleri oluşturmuş muydu?
Mahdum ve refika neler de konuşuyorlardı böyle? Özal açık bir ihmale mi
kurban gitmişti? Zehirlenerek mi öldürülmüştü?
Ne olmuştu?
Merakımı giderecek açıklamaya nihayet dün “
gazete haberlerinde” tesadüf edebildim.
Tabii, açıklamanın kendisinden çok, haberde kullanılan başlık dikkatimi çekti: “Demirel, Özal suikastına son noktayı koydu...”
Muhterem Demirel, ölümün “tabii yollardan” gerçekleştiği inancında...
Şöyle diyor: “O günkü doktorlar hadiseyi olduğu gibi anlattılar. Devletin makamları yapacak ne varsa yapmıştır. Bütün raporlar ve bilgiler o istikamette değil. Vadesiyle ölmüştür...”
Bu mudur?
İddialar, yeni bir araştırmayı icbar etmiyor mu?
Kuşku duymamalı mıyız?
Devletin her söylediğini sorgusuz sualsiz kabul mü etmeliyiz?
Madem Baba “son noktayı” koymuş ve meseleyi çözmüştür... Bugüne kadar “bu şekilde” çözdüğü kaç mesele var?
Gazi olaylarını mı çözdü? Madımak’ı mı çözdü? Faili meçhulleri mi çözdü?
Eşref
Bitlis ve Uğur
Mumcu suikastında da devletin söylediklerine mi itibar etmeliyiz? Ne yapmalıyız?
Hem, vadesiyle ölecek olan Özal’ın “iki ay sonra yolcu olduğunu” Baba nereden biliyordu?
Bu bilgiyi kimden almıştı, niçin
Hüsamettin Cindoruk’la paylaşma gereği duymuştu? Ve biz bütün bunları niçin
Emin Çölaşan’dan okumuştuk?