Bu maçla ilgili olarak en başta ve mutlaka söylenmesi gereken şey,
sezon başından bu yana ilk kez
Galatasaray taraftarının yüzünün tam anlamıyla güldüğü bir karşılaşma olduğuydu.
Araya belki iki gollük bir sıkıntı girdi ama sonuçta aylardır ilk kez bu kadar mutlu oldu Sarı Kırmızılılar. İlk kez 4 gollü bir galibiyet ve herhangi bir rakibi iki maçta da yenmiş olmak, Cim Bom için muhteşem bir olaydı.
Elbette ki doğruyu söyleyeceğim:
Hagi'nin sahaya çıkardığı
takıma baktığımda Mart'tan önce
veda etmek niyetinde olduğunu düşünmüştüm. Yekta'yı dışarda bırakıp Serkan Kurtuluş'lu bir takım kurmanın ve stoperde Lorik
Cana ısrarının başka bir sonuç vermeyeceği kanısındaydım.
Üstelik bu işlerle şöyle ya da böyle ilgilenen milyonlarca kişi arasında Galatasaray'ın bu maçı kazanma şansının rakibinden daha fazla olduğunu düşünenlerin oranı sadece yüzde 1'di. 'Hagi de onlardan biri' galiba diye düşünmemek elde değildi.
Oysa Sarı Kırmızılı takım, daha ilk 15 dakikada maçı bitirdi. Zaten ilk golü Lorik Cana'nın atmış olması, şansın yardımını da hesaba katsak, inanılması zor bir durumdu. Okurlarım artık ihtiyarlamaya başladığımı düşünecekler ve haklılar ki
Hacı Hasdemir arkadaşıma sadece 1,5 dakika önce '
Stancu gol atacak' demiştim.
'Kewell'in oynaması şart mı?' diye homurdanmaya başladığımda da onun golü geldi. Artık bu maçla ilgili daha fazla konuşmayayım, demekten başka yapacak birşey yok gibiydi.
Sabri'yle birlikte Neill'in de ortaalana çıkarılması daha önce iyi sonuç vermemiş olan bir uygulamaydı. Bu maçta işe yaramasında Eskişehirspor'un oyun yapısının da rolü vardı. Özellikle Kırmızı Siyahlı takımın gol hesaplarını
Ümit Karan üzerine yapması Cim Bom'un işini kolaylaştıran bir etkendi. Nitekim bunu
Bülent Uygun da gördü ve yaptığı değişikliklerle iki gol birden buldu.
Sarı Kırmızılı takımın hiç beklenmedik derecede parlak bir galibiyete ulaşmasının en önemli nedeni
Culio idi. Onun Gaziantep'teki
kupa maçında iyi oynamadığını ileri süren bazı yorumcu arkadaşlarımız oldu. Herhalde
şaka yapıyordular. Futbol oynamayı bilen bir oyuncunun bu kadar çok koşup bütün açıkları kapatmaya çalışması az görülen bir durumdur. Elbette ki bu nedenle gereğinden fazla yoruluyor ve son dakikalarda oyundan düşüyor ama bu kez son dakikaya kadar ayakta kaldı.
Kazım'ın güçlü oluşu ve yıpratıcı dalışları, Stancu'nun hiç oyundan kopmadan hep golü araması, Kewell'in oyunun geniş bir bölümünde verimsiz kalsa da mutlaka sonuca etki edecek birşeyler yapması G.Saray'ı sonuca götüren öteki etkenlerdi. Elbette ki öteki oyuncuların çabalarını ve bu yolla takımın ayağa kalkmak üzere olduğunu görmezden geliyor değilim.
Eskişehirspor'da ikinci golle birlikte İvesa'nın sakatlanması ciddi bir dezavantajdı. İstanbul'a yeni statla birlikte takımlarının başarısını görmek için gelen azımsanmayacak sayıdaki taraftar tufana yakalanmış gibi oldu. İkinci yarıdaki goller onları biraz ısıtıp umutlandırır gibiydi ama o da uzun sürmedi.
Bu kadar keyifli maçta Hakan Balta'nın büyük payının olduğu golü de işin tuzu-biberi olarak gördü Sarı Kırmızılılar. Ardından Ümit Karan'ın serbest atış golü gelince 'Bize bu sezon gülmek
haram!' diye azaplar içinde bitirecek gibiydiler. Tabii Sarı Kırmızılı takımın oyunu
kontrol ediyormuş gibi göründüğü maçta Eskişehirspor'un bulduğu goller aynı zamanda Bülent Uygun'un aldığı riskin de bir ödülü sayılırdı.
Neyse ki Galatasaray gerçekten farklı bir gecedeydi ve koskoca 45 dakika boyunca oynuyormuş gibi yapmanın kendisine ne kadar pahalıya malolabileceğini gördükten sonra tekrar ciddi davranmaya başladı. Bunun karşılığı da Milan Baros'un golü oldu. Sarı Kırmızılılar için o da ayrı bir mutluluktu.
Zapata'nın iki maçta 5 gollük bir başlangıcı pek eğlenceli olmadı ama onu da sonra konuşalım... Yine de bu oyuncunun Sarı Kırmızılı takımın
kaleci talihsizliğini daha fazla sürdürmeyecek özellikleri olduğunu kabul edelim.