Baştan anlaşalım:
Galatasaray ve bu maçla ilgili gerçekleri mi okumak istersiniz, yoksa nasıl olsa kazanılmış ve ezeli rakibin puan yitirdiği haftada zirveye biraz daha yaklaşılmış maç sonrası güzellemesini mi yeğlersiniz?
Hatta iki oyuncunun atılmış olması nedeniyle bir destan mı beklersiniz? Siz sanıyorum ikinciyi istersiniz ama ben birinciyi yapacağım.
Sadece bizim ülkemizde değil dünyanın her yerinde
futbol takımları her geçen hafta biraz daha ileri gitme, yani daha iyi oynama çabası içinde olurlar. Hele büyük hedefleri olan ve bu nedenle önemli transferler yapan takımlar için bu beklenti
doğal olarak daha da yüksektir.
Galatasaray adeta bunun tersinin doğru olabileceğini kanıtlamaya çalışıyor ve her geçen hafta biraz daha kötüye gidiyor. Azıcık daha çaba gösterirse geçen
sezonkinden farkı kalmayacak! Bu nedenle de gözler ister istemez Terim'e dönüyor. O da hemen herşeyi deniyor. Örneğin pek çok maçta tek forvetli oynayıp
Sivasspor karşısında sahaya 4 forvetle çıkmak gibi...
Bu forvetler arasındaki ilk paslaşma 33. dakikada olunca hemen herşey iflas ediyor! Bırakın bir
sistem ve buna dayalı taktik anlayışı, bu dört adam kendi kişisel kalitelerini de sıfırlamış gibi bir donukluk içinde. Sadece
Elmander çaresiz bir çırpınışın
aslan askeri! Ötekiler neredeyse onu alkışlayacak, öylesine hareketsiz biçimde seyrediyorlar...
Ujfalusi savunmadan çıkarken 50 metre top taşıyor, forvetlerin yanına kadar geliyor; hiçbirinde en
küçük hareket yok, ne boşa kaçıyor ne de çapraz
koşu filan yapmayı düşünüyorlar. Sıkışan Çek
futbolcu topu kaybetmek üzereyken sarı
kart görecek hareket yapmak zorunda kalıyor! Sonrasında da bir daha çıkmayı aklından bile geçirmiyor.
Yetmiyormuş gibi
Eboue ilk yarım saatten sonra sakatlandığını işaret edip çıkmak istiyor. Anlaşılan 'böyle berbat bir oyunda işim yok!' demek istiyor. Önündeki Kazım'ın da bunda payı var ama onun durumunu gerektiği gibi anlatabilmek için ayrı bir yazı gerekiyor. Şu kadarını söyleyeyim, ikinci yarıda onu sahada görmek çok sıkıcıydı. Bu maçtaki tek iyi hareketi, Semih'in kendisine attığı pas dışarı gitmesine karşın dönüp alkışlamasıydı!
Yazıma 'sadece Engin'le bu kadar' diye başlık atabileceğimi düşünüyorum ilk yarının sonu yaklaşırken. Dört forvet sahada gezinirken Engin müthiş çabasını golle süslüyor ve sadece soğuktan değil takımının durumu nedeniyle de donmaya epeyce yaklaşmış
taraftar biraz olsun ısınıyor.
Asıl
ısınma ikinci yarıda
Baros'a yapılan
penaltıyı hakemin inandırıcı bulmayışı sonrasında yaşanıyor. İkinciyi artık vermemek mümkün değil. Neyse, Baros hiç değilse bu sezon penaltı yaptırmayı ve sonra da atmayı becerebiliyor... İkinci yarıdaki bu kıpırdanışta Terim'in devrearası fırçasının da payı olduğu açık.
Galatasaray'ın gol yemesi bu maçta olabilecek en beklenen gelişmeydi ama onun talihsizliğinin Semih'e denk gelişi taraftarı daha çok üzdü. Takımın en iyisi Engin'in gördüğü
kırmızı kart ise oynadığı her maçta yaşanabilecek bir durum. Engin harika bir futbolcu ama bu açıdan umutsuz vak'a! (Okurlarım hatırlayacaktır, bunu
Benfica maçından sonra yazmak zorunda kalmıştım. Her durumda sadece kendisinin öfkeli olabileceğini sanmaktan asla vazgeçemiyor.)
Hakemin Elmander'i atması
şaka gibiydi.
Sarı kartı bile gerektirmeyen bir pozisyondu. (Şimdi bunların Fener maçı için yapıldığına ilişkin Hıncal Uluç'tan neler okumak zorunda kalacağız! Yıldırım'ı kişisel olarak seviyor ve beğeniyorum ama hemen her maçı da olay!)
Maçın bir özeti de başlığımızdaki gibiydi. Futbol adına pek az şeyin olduğu bir heyecan fırtınası... Bir de şu notu atlamayalım:
Muslera takımın en iyi pas atan oyuncusu...