Şimdi, öyle laf kalabalığına, bağırıp çağırmaya hiç gerek yok, sakin sakin ve işi nete getirerek konuşalım.
Biz, ordunun “
darbe planlarını”, hazırlıklarını, lahikalarını, fişlemelerini ortaya koyup eleştirdiğimizde,
CHP’liler ve her nedense CHP’yi desteklemeyi çok onurlu bir iş sanan medya üyeleri ne diyordu?
“Laiklik tehlikede, bu tehlikeyi önleyecek tek güç ordudur, siz orduyu güçsüzleştirerek laikliği tehlikeye atıyor,
laiklik düşmanlarına
yardım ediyorsunuz” diyorlardı.
Peki, sonra ne oldu?
En fazla “laiklik” davası güden, laiklik üzerinden büyük gerginlik yaratan Deniz
Baykal’ı, “laikçi” CHP’lilerle laikçi medya, elbirliğiyle parti başkanlığından uzaklaştırdı.
Baykal yüzünden CHP’nin ilerleyemediğini söylediler.
Yerine,
Kemal Kılıçdaroğlu “büyük umut” olarak geldi.
Kurultay konuşmasında “laikliğin” tehlikede olduğundan hiç söz etmedi.
Ve, CHP’lilerle CHP’li medya bunu çok beğendi.
“Laiklik” diye tutturan Baykal’ın gitmesinin CHP’nin önünü açtığını, bu söylemle
halka ulaşılamadığını söylediler.
Demek ki “laiklik” tehlikede değilmiş.
Dün Nabi Yağcı çok haklı olarak soruyordu:
“Madem laik cumhuriyet tehlikede değildi niye bizi,
ülkeyi böylesine bir kardeş
kavgası içine ittiniz?”
Niye böyle bir gerginlik ve kavga çıkardınız?
Çünkü orduyu
siyasetin içinde tutmak için başka bir mazeretiniz yoktu.
Darbeleri, muhtıraları ve
Ergenekon’u, “laikliği tehlikeye atan AKP’ye karşı başka çare yok” diye savunuyordunuz.
Şimdi anlaşılıyor ki derdiniz laiklik değilmiş, derdiniz “ordunun vesayetini” ve Ergenekon’u savunmakmış, laikliği bahane yapmışsınız.
Halk sandığınız kadar aptal olmadığı için bu oyununuz tutmadı, CHP geriledi, siz çok üzüldünüz ve “laiklik” üzerinden siyaset yapan Baykal’ı atıp yerine Kılıçdaroğlu’yu getirdiniz.
Ordu vesayetini, darbeyi, Ergenekon’u “laiklik peçesi” arkasına saklanarak savunmaktan vazgeçtiniz.
Kılıçdaroğlu ne dedi?
“Yoksulluk” dedi.
Kılıçdaroğlu kurultayda konuşurken arkasındaki ekrandan kimlerin görüntüsü geçiyordu?
Ergenekon sanıklarının.
Kılıçdaroğlu yönetime kimleri aldı?
Aralarındaki bir iki istisnayı saymazsak, 12
Eylül Anayasası’nı, Ergenekon’u, darbeleri savunanları aldı.
Orgeneral Başbuğ’a danışmanlık yaptığı söylenen ve orduyu “
demokrasinin
deniz feneri” olarak gören bir iletişimci de yönetime girdi.
Zaten Kılıçdaroğlu, konuşmasında
12 Eylül Anayasası’nı, Ergenekon’u savundu.
12 Eylül Anayasası, Ergenekon ve ordu vesayeti açısından baktığımızda Baykal ile Kılıçdaroğlu arasındaki fark ne?
Öyle bir fark yok.
İkisi de aynı şeyi savunuyor.
Biri “laiklik” deyip savunuyordu, biri “
yoksulluk” deyip savunuyor.
Bizim için bir politikacının hangi “bahaneyi” kullandığının hiçbir önemi yok.
Biz, o politikacının neyi savunduğuna bakarız.
12 Eylül Anayasası’nı savunanlarla, darbeciliği destekleyenlerle, Genelkurmay’ı “demokrasinin deniz feneri” gibi görenlerle, Ergenekon’un “avukatlığını” üstlenenlerle bir yakınlığımız olamaz.
Bunları savunanlara her zaman karşıyız, “laiklik” deseler de karşıyız, “yoksulluk” deseler de karşıyız, onların “peçelerine” değil fikirlerine bakıyoruz.
Kılıçdaroğlu’yu alkışlamamızı mı istiyorsunuz?
12 Eylül Anayasası’nı değiştirmek istediği, “
kaos” yaratmak için devlet olanaklarıyla örgütlenen Ergenekon’a karşı çıktığı, “ordu vesayetini” lanetlediği gün bütün gücümüzle alkışlarız.
Öyle bir gün gelirse, o gün de siz Kılıçdaroğlu’yu yuhalarsınız zaten.
Sizin “laiklikle” de, “yoksullukla” da alakanız yok, siz “halk iradesinin” güçlenmesinden nefret ediyorsunuz sadece, devleti elinizde tutup rantı paylaşmak istiyorsunuz, bunun için de “darbecilik ve Ergenekonculuk” hep var olsun diye parçalanıyorsunuz.
Siz nasıl bir anayasa, nasıl bir ülke, nasıl bir demokrasi istediğinizi, Baykal’ın ya da Kılıçdaroğlu’nun hangi sözleri ve vaatleriyle bu isteklerinizi karşıladığını açıkça söylesenize, söyleyebiliyorsanız.
Hadi söyleyin, söyleyin de duyalım.