Adlî Tıp başkanı olan bir
profesörün, askerî istihbaratın
ajanlığını yaptığı, arkadaşları hakkında ihbar mektupları yazdığı, “ordu Adlî Tıbbı kaybetmemeli” diye akıllar verdiği ortaya çıktı biliyorsunuz.
Bir profesörün meslektaşlarını ihbar eden bir ajan olması korkunç bir gerçek.
Ama daha korkunç gerçekler de var.
Adlî Tıp, bu “sistemin” belkemiklerinden biri.
Oradan alacağınız
raporlarla
katilleri masum, masumları katil gösterebilirsiniz.
İnsanların hayatlarıyla oynayabilirsiniz.
Toplumu kışkırtabilir, yanlış yönlendirebilirsiniz.
Böyle bir kurumun yıllarca başkanlığını yapan profesörün ajan olması, buradan çıkan bütün raporları da kuşkulu bir hale getiriyor.
Şimdi bu profesörün başkanlığındaki dönemde verilen bütün raporların gözden geçirilmesi gerekiyor.
Biz, bu raporlardan bir tanesine baktık.
Mısır Çarşısı’ndaki patlamayla ilgili verilen rapor bu.
Pınar Selek, Adlî Tıp’ın “Mısır Çarşı’sında
bomba patladı” raporuyla yıllarca
hapis yattı.
Daha sonra bir başka Adlî Tıp, “patlayanın” bomba olmadığı yolunda bir rapor yazdı.
Başka bir bilirkişi de “bomba” olmadığını doğruladı.
Dönüp, “bomba patladı” diyen Adlî Tıp’a, “niye böyle bir rapor verdiniz” diye sorulduğunda, ajan profesörün başkanlığındaki kurum, “bizim alt yapımız bunu kesinlikle tespit etmeye elverişli değil” dedi.
Peki, “altyapı elverişli değilse” bu kurum nasıl böyle kesin bir şekilde “bomba patladı” deyip bir insanın hapse atılmasını sağladı?
Buna nasıl izin verildi?
Bu ajan profesörün yazdığı raporun
Ergenekon davasının dosyasına girdiğini, profesörün Ergenekon sanıklarından orgeneral Hurşit
Tolon’la ilişkilerinin ortaya çıktığını düşünürseniz, Adlî Tıp’tan verilen o dönemdeki bütün raporların “belli bir amaçla” verildiğinden kuşkulanırsınız haklı olarak.
Ergenekon denetimindeki bir Adlî Tıp, toplumun ortasındaki bir kara deliktir.
Orada bütün gerçekler biçim değiştirebilir.
İşkencecileri rahatlıkla kurtarabilirsiniz mesela.
Cinayet sanıklarını hapisten çıkartabilirsiniz.
“Patlayan tüp gaza” bomba, bombaya “tüp gaz” diyebilirsiz.
Adlî Tıp başkanının Ergenekon sanıklarıyla bağlantılı bir ajan olduğunun anlaşılmasından sonra devletin ve medyanın bütün raporları didik didik etmesi gerekir.
Bu yapılacak mı?
Devlet o raporları yeniden gözden geçirecek mi?
Medya o raporları yeniden gündeme getirecek mi?
Tabii, işin medya ayağı da biraz tuhaf.
Bu profesör hanım, ben
Hürriyet’te yazarken benim sayfa komşumdu.
Çok uzun süre karşılıklı sayfalarda yazı yazdık.
Dün,
Ergun Babahan,
Star gazetesinde yazdığı bir yazıda, bu profesörün
Hürriyet Gazetesi’ne Ergenekon sanığı
Hurşit Tolon tarafından yerleştirildiğini yazdı.
Bu gerçek mi bilmiyorum.
Arkadaşlarımız
Ertuğrul Özkök’ü aradılar ama yurtdışında olduğu için ulaşamadılar.
Sanırım Hürriyet gazetesi bu iddia konusunda bir açıklama yapmak zorunda.
Bu profesörü o gazeteye gerçekten de bir Ergenekon sanığı mı yerleştirdi?
Yerleştirdiyse, ne amaçla yerleştirdi?
Nasıl karmakarışık bir yapının içinde yaşamışız yıllarca.
Adlî Tıp’ın başındaki profesör ajan çıkıyor, Ergenekon sanıklarıyla ilişkileri saptanıyor, bu profesör ülkenin en büyük gazetesinde yazı yazıyor.
“Bazı” basın organları “
Ergenekon soruşturmasını” sulandırmak ve önemsiz göstermek için çırpınıyorlar.
Basit bir soru sormak istiyorum doğrusu.
Ergenekon soruşturması olmasaydı Adlî Tıp’a
başkanlık etmiş bir profesörün askerlerin ajanı olduğunu, arkadaşlarını ihbar ettiğini, kendi başkanlığındaki kurumun “ordunun denetiminde olduğunu” ima ettiğini ve hep öyle kalmasını istediğini nasıl öğrenecektik?
Bu gerçeği bilmediğimiz zaman o kurumdan çıkan raporlara sanki onlar gerçekmiş gibi bakmayacak mıydık?
Birçok insanın hayatı yanmayacak mıydı?
Bu gerçekleri aslında Ergenekon soruşturmasından çok önce medyanın ortaya çıkarması gerekirdi ama medya bu gerçeklere hiç dokunmadı, tam aksine o ajan profesöre sayfalarını açtı.
Yıllarca zifiri karanlık bir dehlizde, bütün gerçekleri saklayarak yaşatmışlar bizi.
Şimdi Ergenekon soruşturması sayesinde o dehliz aydınlanıyor.
Aydınlandıkça da korkunç gerçekler ortaya çıkıyor.
Ergenekon soruşturmasını engellemeye çalışan medya ne istiyor?
O karanlıkta yaşamamızı mı?
Niye gerçeklerin aydınlanmasından bu kadar korkuyorlar?
O aydınlıkta medyanın asıl yüzünün de ortaya çıkmasından duyulan korku mu bu Ergenekon soruşturmasını engelleme isteğinin altında yatan?