Halbuki olağanüstü güzel bir resimdi.
Çok basit ve sadeydi.
Mor çoraplar giymiş bir kadının bilekleriyle parlak kırmızı ayakkabıları gözüküyordu sadece.
O kadardı resim.
Bir çift kırmızı pabuçlu, mor çoraplı kadın ayağı.
İngiltere’deki bir at yarışının seyircileri arasında bulunan bir kadının ayaklarını çekmişti
Reuters’in muhabiri.
Ben, “bunu sayfanın ortasına koyalım” dedim.
Yazıişlerindeki çocuklar hep birlikte benim yüzüme baktılar.
Ama ne anlamlı bakışlar.
“Siz deli misiniz”, “çıldırdınız mı”, “ne alakası var”, “bu resmin altına ne yazacağız”...
Bu sorulmamış soruların hepsi o bakışlarda saklıydı.
İşin kötüsü haklıydılar.
Öyle bir resim böyle bir gazetenin göbeğine kocaman konmazdı.
Ama ben de haklıydım.
Tam da böyle bir resim lazımdı bence böyle bir sayfaya.
Oraya öyle bir resim koyalım ki
Türkiye’nin bu saçma sapan, insanı boğup bunaltan havasının dışında başka hayatlar, başka eğlenceler, başka dünyalar da olduğu anlaşılsın istiyordum.
Size güvenemediler.
İşin fenası ben de güvenemedim.
Böyle bir şakacılıktan, böyle bir oyunculuktan zevk alabileceğinizden emin olabilmek isterdim aslında.
Siz gerçekten arada sırada böyle şık saçmalıklardan hoşlanmaz mısınız?
Şu yaşadığınız
ülkeye bir bakın.
Şu gazetenin birinci sayfasının tepesine bir bakın.
Trilyoner bir askerî savcı...
Genelkurmay Mahkemesi, en önemli davalardan biri olan “karargâh evleri” soruşturmasını bu savcıya vermiş.
Bu savcı, nereden geldiğini anlayamadığımız paralarıyla kırk küsur dönümlük bir
arazi almış.
Bu arazinin üzerine doksan konut yapma hakkı varmış.
Savcı araziyi aldıktan sonra
CHP’li
Çankaya Belediyesi, bu araziye 420 konut yapma hakkı tanımış.
AKP’li
Ankara Büyükşehir Belediyesi de bu izni onaylamış.
Ne ilişkiler, ne tuhaf ilişkiler.
Ankara’nın şaşırtıcı labirentlerinde kimin kiminle dost, kimin kiminle müttefik olduğunu anlamaya imkân yok.
Savcının arazisine şimdi “villa yapacak” müşteri aranıyormuş.
Müteahhit savcıları olan bir ordumuz var.
Böyle savcıların, politikacıların, belediyelerin, ordunun olduğu bir ülkede arada bir kırmızı ayakkabılı bir resim görmek istemez
misiniz gerçekten?
Ergenekon davasının ikinci iddianamesinde
sanık olan paşalar ise yedi mi sekiz mi ayrı
darbe planı yapmışlar.
Bir
darbe planı tutmazsa, öbür darbe planını devreye sokacaklarmış.
Jandarma Komutanlığı’nda oturup ha babam de babam darbe planı hazırlıyorlarmış.
Kuvvet komutanlarının bu kadar çok “boş zamanı” oluyor demek ki...
Askerlik yapanlar bilir, erlerin boş kalmasını istemez komutanlar.
Boş kalan askerin aklına “fesat” düşer diye korkarlar.
Çukur kazdırıp, yeniden doldurturlar.
Anlaşılan paşaları da çok boş bırakmamak lazım.
Onların aklına da darbe düşüyor çünkü.
Böyle bir ülke işte burası.
Savcısı müteahhit, paşası
darbeci.
Malatya’daki
misyoner katliamıyla ilgili olarak da o sıralarda Malatya’da Jandarma alay komutanı olan
emekli bir albay gözaltına
alınmış.
Anayasa Mahkemesi’nin “çok hareketli” üyelerinden birinin eşi de
Ergenekon sanıkları arasındaymış.
Silopi’de kazılan kuyulardan kemikler ve
elbise parçaları çıkıyormuş.
Onların
JİTEM’in kurbanlarına ait olduğu sanılıyormuş.
Ordu,
Güneydoğu’da dokuz bölgeye giriş çıkışı yasaklamış.
Tam barış görüşmeleri,
Kürt konferansları düzenlenirken saldırı yapmaya hazırlanıyorlar herhalde.
Siz, bu ülkeden bunalmıyor musunuz bazen?
Böyle bir ülke olur mu?
Hiç bir şey mi düzgün gitmez?
Yıllar boyunca bizim ordu neredeyse hiç eleştirilmedi, denetlenmedi.
Şimdi gözler biraz da olsa orduya dönünce, ortaya çıkanlara bakın.
Arazi simsarı savcılar, darbeci paşalar, misyoner katliamına adı karışan albaylar, insanları enselerinden vurup kuyulara atan JİTEM’ciler.
Böyle ordusu olan devlet olur mu?
Peki, askerî savcının imar iznini CHP’li belediyecilerle AKP’li belediyecilerin ortaklaşa çıkarmalarına ne diyorsunuz?
Bütün bunları yazıyoruz bu gazeteye.
Bütün bunları yaşıyoruz.
Dünyada insanlar geziyor, eğleniyor, at yarışlarına gidiyor, kırmızı pabuçlar giyiyor.
Kırmızı pabuçların resmini koymak istiyorum gazetenin ortasına.
Sırf yeryüzünde bizimkinden farklı bir hayat olduğunu anlatmak için.
“Deli misin” der gibi bakıyorlar yüzüme.
Akıllıların yaptığı ülkeyi gördük, biraz da deli olsak ne olur?
Ama olamıyoruz işte canına yanayım.