Son
dünya kupası sırasında çok sık duyduğumuz bir deyimle söylersek, oyun disiplininden koptular.
Fevkalade dağınık oynuyorlar.
Kemalist rejimin devlet ricali paniğe kapılmış gözüküyor.
Paniğin en büyük işareti “itibarlarından” hiç tereddütsüz vazgeçmeleri.
Önce
Genelkurmay Başkanı, sürmekte olan davalara müdahale ederek, askerî yargının açık hükmüne rağmen siyasete bulaşarak suç işledi.
Ardından,
Anayasa Mahkemesi, bizzat başkanının
itirafıyla, Anayasa değişikliklerini “esastan” incelemeye kalkışarak Anayasa’yı çiğnedi.
Yasaları çiğneyen ve bunu “kılıfına uydurmaya” bile çalışacak mecali kalmamış bir
Genelkurmay Başkanı ile bir
Anayasa Mahkemesi var karşımızda.
Genelkurmay Başkanı, bütün bastırmalarına rağmen Ergenekoncuların hepsini kurtaramamasından, ordunun içindeki
darbe planlarını gündemden düşürememesinden ve yönettiği birliklerin
PKK karşısındaki başarısızlıklarından panikledi herhalde.
Son bir çıkışla bu gerçekleri saklamak için çabaladı ama o da olmadı.
O eski “
paşa gürledi” günlerinin çoktan sona erdiği, “paşa dalkavuğu” medyanın yanı sıra gerçekleri söylemekten vazgeçmeyen gazeteler de bulunduğu için artık gündemi keyiflerince belirleyip, gerçekleri kolayından gizleyemiyorlar.
Sanırım bu yeni durum onu panikletiyor.
Anayasa Mahkemesi’nin bu âni paniklemesini ise doğrusu pek anlayamadım.
Bu son Anayasa değişikliğini, bizim Yıldıray’ın dalga geçerek söylediği gibi “ucundan azcık” kestiler ama bunu yaparken büyük bir suç işlediler.
Niye öyle telaşla karar verdiler, neden bu “kadarcık” bir değişiklik için o kadar büyük bir suçu göze aldılar, neden Mahkeme Başkanı suçu böylesine bir berraklıkla itiraf etti, bilmiyorum.
Ankara’nın derinliklerinde bir şeyler olmalı.
Bu telaşlı halleriyle, zaten sallanan rejimi iyice itibarsızlaştırıp, güçsüzleştiriyorlar.
Rejimin yıkılmasını önleyemeyeceklerini anladıkça yaptıkları hatalarla yıkımı hızlandırıyorlar.
Belki bu tarihî bir gerçekliktir, belki de rejimler “itibarlı” bir şekilde sona eremiyorlar.
Sahneden çekilmeye hazırlanan rejim önce “itibarını” kaybediyor belki de, yıkılışın ilk büyük işareti bu itibarsızlık oluyor.
Kendi halkıyla
kavga eden ve gücü artık bu kavgayı kazanmaya da, saklamaya da yetmeyen bir rejim bitecek elbette.
Sanırım bu bizim tahminimizden de önce olacak.
Rejimin içindeki bu görkemli sarsıntı, siyaseti de altüst etti.
Yeni cepheler oluşmaya başlıyor.
Şaşırtıcı yol arkadaşlıkları çıkıyor ortaya.
Benim için en şaşırtıcı ve üzücü olanı BDP elbette.
CHP ve MHP ile aynı safta “Kemalist rejimin” savunuculuğunu üstlenmek bir
Kürt partisine mi düşecekti?
Bu düzenin en çok ezdiği insanların “temsilcisi” olmaya soyunan bir parti, 12
Eylül Anayasası’ndaki değişikliklere böylesine canhıraş bir şekilde karşı çıkıp CHP ve MHP ile birlikte “tutucu” cephenin yoldaşı mı olacaktı?
“AKP bizimle konuşmadı, onun için AKP’nin hazırladığı Anayasa değişikliğine karşıyız” türünden çocukça bir mazeret, böylesine önemli bir kavşakta benimsenen “tutuculuğu ve rejim yandaşlığını” öyle kolayından mazur göstermez.
Bu
referandum Kürt siyasetinde de önemli kırılmalara neden olacak sanırım.
Hakpar ve Kadep gibi sahne dışına itilmeye çalışılan Kürt partileri, Anayasa değişikliğine “
evet” diyerek yeniden sahneye girdiler.
Benzer bir kırılmayı “milliyetçiler” cephesinde de görüyoruz, “rejim muhafızlığını” üstlenen MHP’ye karşı BBP “değişikliklere” sahip çıktı.
Saadet Partisi,
dindar kesimin nabzını iyi tutarak “evet” diyeceğini açıkladı.
Kemalist rejimin paniklediği bir dönemde bu Anayasa değişiklikleri çok önemli bir adım, bu değişikliklerden bütün “ezilenler” yararlanacak, böylesine hayati bir dönemeçte “AKP’yi tek ölçü olarak” alıp bütün politikasını AKP’ye göre ayarlama sığlığı, “ezilen” insanlara bir fayda sağlamaz.
Kemalist rejimle sorunu olan, bu rejimin elinde çok acı çekmiş bulunan
Kürtler de, dindarlar da bunun farkında.
Bu değişiklikler yetersiz ama bu “değişiklikleri” önlediğinizde bunun yerine daha iyisini koyamıyorsunuz, o zaman bu değişime niye karşı çıkıyorsunuz, bu değişimin hangi maddesi “ezilen” insanların aleyhine?
Her ırktan, her dinden, her mezhepten, her meşrepten demokrat güçlerin bulduğu “yetmez ama evet” sloganı, durumu ve izlenecek yolu çok açık gösteriyor.
Nedeni, amacı, hesabı ne olursa olsun bu büyük kavgada “Kemalist rejimin” yol arkadaşlığını seçenler, bunu ezilen insanlara anlatamazlar.
Biz bütün ezilen insanlarla birlikte bu rejimden kurtulmak istiyoruz, tavrımız net.
Bundan sonrasını, “zalimlerin” yanında saf tutanlar düşünsün.