Yazıişlerindeki sabah toplantısından sonra Ece beni yakalayıp usul bir sesle sordu.
“Biz neden
Cumhuriyet Bayramı’yla ilgili bir duyuru koymadık?”
“Normal gazetelerde öyle şeyler olmaz” dedim ben de, “bir cumhuriyetin seksen altıncı yılının gazetelerde yarım sayfa kutlanmasına diktatörlüklerde rastlanır sadece.”
Sonra da ben ona sordum.
“Sen yeryüzünü izleyen birisin, dünyanın ciddi gazetelerinden herhangi birinde böyle bir
kutlama ayinine rastladın mı?”
“Bunu bari
küçük bir duyuruyla açıklasaydık.”
Ben ona gene aynı cevabı verdim.
“Normal gazeteler böyle duyurular koymazlar.”
Ece, gelebilecek herhangi bir eleştiriye karşı gazeteyi korumaya çalışıyordu.
Medyasının tümüyle çarpıldığı bir ülkede normal bir gazetenin “çarpık” görünebileceğinden endişe ediyordu.
Çünkü bizim ülkemizde “çarpıklık” normal hale geldiği için “normal” çarpık görünüyordu.
Türkiye’deki gazeteler,
Kuzey Kore’de yayımlanan gazeteler gibi çıktıklarını bile fark etmiyorlar.
Cumhuriyetin 86. yılını yarım sayfalık “kutlamalarla” duyuran gazetelerin nasıl bir tuhaflığın sonucu olduğunu,
Hürriyet gazetesinin “kutlama mesajlarına” yer veriş biçimi çok açık gösteriyordu zaten.
Hürriyet gazetesi, kutlama mesajlarını verdiği habere
Genelkurmay Başkanı’nın “mesajıyla” başlamıştı,
Orgeneral Başbuğ’un açıklamasına uzunca bir yer verdikten sonra Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın, Baykal’ın ve Bahçeli’nin mesajları da birer paragraf olarak yazılmıştı.
Bunu, Hürriyet’i eleştirmek için yazmıyorum.
Bu gazetenin, kutlama haberlerini verirken izlediği “
protokol” sırası Türk medyasının “yerleşik” garipliklerinden biri.
Biri hatırlatmasa Hürriyet garip davrandığının farkına bile varmaz.
Cumhuriyet Bayramı’nı yarım sayfalık duyurularla kutlayan bir medya için en önemli “siyasi” figür kaçınılmaz olarak askerdir.
Bunlar, birbirini tamamlayan çarpıklıklar.
Kimse, Hürriyet’in o sayfasını hazırlayan editöre “Başbuğ’u başa al” dememiştir herhalde, editör kendi
doğal alışkanlığıyla böyle yapmıştır.
Bu medya, seksen altı yıllık bir “askerî cumhuriyetin” medyası.
Bütün alışkanlıkları, bu çarpık yapıya uyum sağlayan bir medyanın genlerine yerleşmiş olan acayipliklerin sonucu oluşmuş.
Ve, bu acayiplikler artık medyanın “bilinçaltına” işlemiş.
Düşünmeden, farkına varmadan, yılların getirdiği reflekslerle yapıyorlar bunları.
Hiçbir gazetenin oturup resmî bayramları neden her yıl bu kadar büyük bir biçimde verdiğini düşündüğünü sanmıyorum.
Her yıl, bir yıl önce yaptıklarını tekrarlayarak devam ediyorlar.
Ben, Türkiye değişirken medyanın da mutlaka değişmesi gerektiğine inananlardanım.
Bu değişiklik sadece düşüncelerinde, bilinçlerinde olmayacak, bilinçaltılarının, alışkanlıklarının, zihinlerine kazınmış tabuların da değişmesi gerekiyor.
Bu çok kolay değil herhalde.
Ama böyle büyük bir değişimden geçen bir ülkede medya alışkanlıklarını değiştiremezse sonunda halktan iyice kopar.
Türkiye, barışçı, demokratik, dünyayla uyumlu ciddi bir devlet olmaya çabalarken medya hâlâ savaşçı, baskıcı, içe kapalı, gayrıciddi bir devletin medyası olarak devam etmek istiyor.
Değişimlerin öncülüğünü üstlenemedikleri gibi değişime ayak uydurmakta da zorlanıyorlar.
Alışkanlıklarını hiç sorgulamıyorlar.
Onlar hâlâ “paşaların kükrediği”, “devletin kutsal olduğu”, kamuoyu dendiğinde sadece “Türk vatandaşların” akla geldiği, “
sivil siyasetçilere” güvenilmediği, Atatürk’ün tek “ideolojik” referans kabul edildiği, “hukukun pek de ciddiye” alınmadığı, devletin işlediği suçların “suç sayılmadığı”, resmî bayramların “devlet ayinleri” halinde kutlandığı, halkın çok da önemsenmediği bir cumhuriyetin medyası.
Değişecekler.
Çünkü hem dünya hem Türkiye hızla değişiyor.
Her gazetecinin “asker doğduğu”, ordunun parlamentodan üstün olmasını doğal karşıladığı, orduya siyasetçilerden daha fazla güvendiği, gerektiğinde “
darbe yapılabileceğine” inandığı bir ülkede medya, değişimin düşmanı haline gelir.
Ama bu düşmanlık değişimi durdurmaz.
Medya değişimi zorlaştırır, değişim de medyayı darmadağın eder.
Türkiye’deki bu son değişimlerle birlikte medyanın da değişeceğini göreceksiniz.
Başka hiçbir çareleri yok çünkü.