Demokratik dünyada hak ve
özgürlüklerin teminatı ve öncüsü olan yargının,
Türkiye'deki performansı insanı üzüyor. Demokrasiye yapılan her saldırının, yapanın yanına kar kaldığı bir ülkede, ilk kez kirli tuzakların üstüne giden birkaç hukuk adamını harcama gayretleri insanın sinirlerini alt üst ediyor.
Avrupa'da özgürlük ve eşitlik mücadelesi ile öne çıkan sosyal demokratların,
darbe planlayanların avukatlığına soyunması insanı kahrediyor.
Bunlar doğru, ama bir de bardağın dolu tarafı var: Türkiye yavaş yavaş da olsa kirlerinden arınıyor. Kimlerin gerçekten demokrat, kimlerin ise çağdaş maskeli faşist olduğu ortaya çıkıyor. Milletin gözünde kaybedenler ve kazananlar netleşiyor.
Şahit olduğumuz olaylar, bu ülkede yaşayan insanların gözünü açıyor. Türkiye'ye dışarıdan bakanların da ülkemizi daha iyi tanımasına yardımcı oluyor. Dışarının, özellikle de Batı kamuoyunun Türkiye'yi, deriniyle demokratıyla,
dindarıyla laikiyle doğru tanıması çok önemli.
Bu açıdan sevindirici olan, içerde ve dışarıda kafa karıştırmak için yapılan kesif propagandaya rağmen hemen her gün dünya basınında Türkiye'de yaşananları sağlıklı şekilde yorumlayan
analizlerin çıkması. Bakıyorsunuz, bir Rus gazetesi Türkiye'nin uluslararası arenada yükselen trendini analiz etmiş. Bir Arap gazetesi, Türkiye'nin enerjideki
köprü rolünü işliyor. Bir Avrupa gazetesi,
Ergenekon üzerinden Türkiye'deki
demokrasi kavgasını yazıyor.
Bu çerçevede, Avrupalı gazeteci Kai Strittmatter'in yazısını okurken, bir yandan umutlanırken, bir yandan da dışarıdan bir yabancının gördüğü bu hususları, içeride göremeyenler adına hayıflandım.
Türkiye'nin tarihi bir dönüşüm geçirdiğine dikkat çeken yazar,
AK Parti karşıtlarının, Türkiye'deki güç mücadelesini 'iyi laikler' ile 'kötü İslamcılar' arasındaki savaş olarak göstermeye çabaladığını; Batı'nın bazı yerlerinde bu girişimin yankı bulduğunu söylüyor. Sonra da kendi değerlendirmesini yapıyor: "Bu bir saçmalık ve saçmalık olmaya devam ediyor. Gerçeklerin üzerini örtmesi planlanan bir saçmalık: Ülkeyi kurulduğundan beri otoriter bir biçimde yöneten eski
bürokrasi ve asker geriye çekiliyor. AK Parti saflarında birçok dindar
siyasetçi var, ama bu parti İslamcılığın sesi değil, yeni
Anadolu burjuvazisinin sesi ve son yıllardaki demokratikleşmenin aracı."
Geçen 10 yılda Türkiye'nin şaşırtıcı işler başardığına dikkat çeken yazar, AK Parti hükümetinin özellikle ilk yıllarında birçok reform gerçekleştirdiğini; ekonomi ve ideolojideki tekellerin kırıldığını; konuşulmayan hiçbir tabunun kalmadığını; canlı
sivil toplumu ve basını ile Türkiye'nin hiçbir zaman bugünkü kadar dünyaya açık, zengin ve demokratik olmadığını vurguluyor.
Hükümetin yolsuzluklar ve AB reformlarındaki yavaşlama yüzünden eleştirilebileceğini, ama Türkiye'deki demokratik sistemde bir hata varsa, bunun muhalefetin hatası olduğunu belirtiyor ve CHP'yi masaya yatırıyor: Kendisini sosyal demokrat olarak adlandırıyor, ama milliyetçi, militarist ve anti-demokratik bir siyaset izliyor. Hükümetin yaptığı her
yasa değişikliğini engellemek için
Anayasa Mahkemesi'ne gidiyor. Ergenekon sürecini hafife almak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Ergenekon,
cinayetler işleyen ve
darbe planları yapan, ordu, medya, yargı ve bürokrasi içerisinde örgütlenen aşırı milliyetçi bir ağ. Soruşturmalarda bazı aksaklıklar yaşandığı doğru, ancak Türk yargısı genel olarak felaket bir durumda. Gizli
silah depoları, el bombaları bulundu. Bunların hepsi bir
şaka mı? Bunların hepsi birer fantezi mi?"
Avrupalı gazeteciye göre, generallerin yargı önüne çıkması hayal dahi edilemeyecek bir gelişme. Ama davanın sonuca ulaşıp ulaşamayacağı net değil. Zira demokratik olmayan güçlerin etkisi azalsa da hala
sabotaj güçleri mevcut. Üstelik darbe ürünü 1982 Anayasasını ve yargının büyük bölümünü kullanıyorlar. Bu yüzden
Başbakan Erdoğan'ın ve Türk demokratların her türlü desteğe ihtiyacı var.
Avrupa'dan görünen Türkiye portresi böyle.