Ciddi bir itibarsızlaştırma kampanyasının muhatabıydı.
Suçu büyüktü.
Türkiye; gece yarısı bildirisi, 367 hukuk darbesi ve
kapatma davası ile
demokrasi dışı karanlık bir sürece sürüklenmek istenirken, Sabrina 'laikliğin elden gittiği, Türkiye'nin ikinci bir
İran olma yolunda ilerlediği' gibi temelsiz iddiaları haberleriyle boşa çıkarıyordu.
Hem de bunu
New York Times gibi dünyanın en saygın
gazetelerinden birinde yaptığı için dünya çapında etkili oluyor ve fena halde can sıkıyordu.
Bir gazeteci olarak gördüklerini objektif bir şekilde yansıtmaya çalışması, kendi perspektifleri dışında demokratik bir
analiz ortaya koyması ona
hakaret için yeterliydi. Bu yüzden onlarca köşe yazısında alenen hakaretlere maruz kaldı.
Kimilerine göre o
AK Parti'nin kadrolu yazarıydı; kimine göre ise içinde saklı kalmış
devrimci hisleri tatmine çalışan bir yeni yetmeydi.
Örneğin bir köşede şöyle deniyordu: "Tavernise, bir süredir
New York Times'a geçtiği haberlerde
Başbakan Erdoğan ve AKP hükümetine yaklaşımını
iktidar yayın organı dozunda sürdürüyor. Haberlerinde ağırlıklı olarak AKP'lilerin görüşlerine yer veriyor ve Erdoğan'ın övüleceği kısımları öne çıkartıyor. Arada, kendi yorumlarına
Atatürk aleyhinde satırlar da sıkıştırıyor ustaca. Diyelim ki AKP'den bahsedecek '
genç ve gözlemci bir politikacı sınıfı' diyor, Erdoğan'ın hamlelerine de 'demokratik değişiklikler' diyor."
Bir başka yazıda, demokrasi karşıtı oyunu deşifre etmeye çalışan
yabancı gazetecilerin, içerideki bir '
şebeke' tarafından 'kafakola alındığı' belirtiliyordu.
"Sanki AK Parti'nin kadrolu Amerikalı gazetecisi" başlıklı bir başka sütunda, AKP iktidarını Türkiye'nin umudu gibi göstermekle suçlanıyor ve laikliğe sahip çıkanları aptal yerine koymakla eleştiriliyordu.
Bazıları bu suçlamalarla hızını alamayıp, Sabrina'nın
Yunan asıllı olduğunu iddia edecek kadar ileri gitti. Muhtemelen bu yolla Türkiye hakkında yazdıklarının objektif olmayacağı kanaatini uyandırmak istiyorlardı.
Aslında Sabrina bir semboldü. Türkiye'de yaşananların demokrasiyle bağdaşmadığını söyleyen herkes aynı muameleye tabi tutuluyordu. Demokrasi konusunda hassasiyetlerini ifade eden
AB Komisyonu Başkanı Barroso'nun Türkiye ziyareti sırasında, bu çevrelerin yaptığı hakaretleri hatırlayın. Brüksel'de aşırı Türkiye yanlısı olmakla suçlanan Finlandiyalı Genişleme Komiseri
Olli Rehn, Rum ve
Ermeni lobisi tarafından Türk dostu olduğu için düşman ilan edilen
Joost Lagendijk da sık sık aynı çevrelerin saldırısına uğrayan isimlerdi.
Şimdi yeni bir durum var. Bir süredir Batı medyasında AK Parti ve Başbakan Erdoğan hakkında çıkan haberlerin rengi değişmiş durumda. Reformların yavaşladığı, Erdoğan'ın devletle uzlaşmaya başladığı, AB sürecinin durduğu gibi eleştiriler öne çıkıyor. Ve bunlar dün Batı'dan gelen eleştirileri yerden yere vuranlar tarafından manşetlere taşınıyor.
Düne kadar hakaretlere maruz kalan Sabrina Tavernise'nin son haberi, sanki hiçbir şey olmamış gibi büyük bir özenle sayfalara taşınıyordu. Çünkü Sabrina bu haberde, AK Parti'yi eleştiriyordu. Partinin reformcu politikalardan vazgeçerek daha milliyetçi bir çizgiye kaydığı için liberal köşe yazarları ve entelektüellerin artık Erdoğan'ı eleştirmeye başladığı belirtiliyordu. Dün anti-demokratik girişimleri eleştiren gazeteci de aynıydı, gazete de aynı. Ama bu kez New York Times'tan söz edilirken, "ABD'nin saygın gazetelerinden" övgüsü ekleniyor. Lagendijk ve Rehn gibi isimlerin açıklamalarına yaklaşımda da aynı tutum dikkat çekiyor. Eleştirilen AK Parti ise demeç sahipleri birden kıymete biniyor. Hatta hızını alamayıp
Avrupalı isimlerin ağzından
yalan haberler yazarak hükümeti eleştirdikleri de oluyor. Bunun son kurbanı,
Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkan Yardımcısı Swoboda oldu. Milliyet'e göre Swoboda, Erdoğan'a "Türkiye'de daha
özgür basın görmek istiyoruz" demişti. Sonra bu konunun gündeme bile gelmediğini öğrendik.
Sonuç, dün demokrasi için AK Parti'ye
destek verenler, bugün reformlardaki yavaşlama için Erdoğan'ı eleştiriyor ve doğru yerde duruyorlar. Asıl sorun, dün tu
kaka dediklerine, bugün kucak açanlarda...