Bush yönetiminden kurtulduğu için sadece
Ortadoğu'nun veya Avrupa'nın mutluluk duyduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. 11
Eylül saldırısına duydukları tepki yüzünden bir dönem Bush'a büyük
destek veren
Amerikan halkı da kâbusa dönüşen bu sürecin sona ermesinden çok memnun.
Bizzat
Amerikan yönetimine
hizmet eden resmî görevliler bile bugünlerde Bush'un Beyaz Saray'dan ayrılışının keyfini yaşıyor.
Gerçekten de Bush dönemi, özellikle Amerika'yı yurtdışında temsil eden insanların üzerine, kaldırılması ağır bir yük yükledi. Özgürlük heykeliyle sembolize edilen ülkeleri, Bush döneminde Ebu Gıreyb'deki insanlık dışı manzaralarla anılmaya başladı. Hukuk ve
insan hakları vurgusu, yerini Guantanamo'daki kanguru mahkemelerine bıraktı.
Özgürlükler ülkesi Amerika, özel hayatın mahremiyetinin kalmadığı bir güvenlik devletine benzemeye başladı. Yalan yanlış gerekçelerle başlatılan
Irak Savaşı, 1 milyondan fazla insanın hayatına mal oldu.
Kısa sürede büyük saygınlık kazanan gazetemiz Today's Zaman'ın ikinci yaş gününü kutladığı resepsiyona katılan Amerikalı bir diplomatın göğsüne taktığı
rozet, bu sıkıntılı dönemden sonra Obama ile gelen rahatlamayı resmediyordu. Bu sıradışı rozet, Obama'nın
seçim zaferini anlatan
Chicago Tribune gazetesinin bir minyatürüydü. İlk kez
Afrika asıllı bir adayın elde ettiği tarihî seçim galibiyetini, "Obama tarih yazdı" manşetiyle duyuran gazetenin birinci sayfası, Amerikan girişimciliğiyle birleşmiş;
küçük, ama anlamlı bir hediyeye dönüşmüştü. Bir arkadaşı da bunu İstanbul'daki diplomata göndermişti. Diplomat, bu rozeti göğsünde taşımakta sakınca görmüyordu.
"Bir devlet görevlisi olarak tarafsızlığınıza gölge düşürmüyor mu?" diye takıldığımda, diplomat gülerek "Obama artık başkanımız" diye
cevap verdi. "Acaba aynı şekilde Bush'un rozetini de taşır mıydınız?" soruma, anlamlı bir tebessümle cevap verdi. Epey zamandır ilk kez tüm dünya medyası Amerika'dan olumlu şekilde söz ediyordu. Tek başına bu bile, Obama'ya sempati duymaları için yeterliydi.
Şimdi komplocular hemen
senaryo üretmeye kalkabilir. "Bakın biz demedik mi, bunlar Amerikancı diye. İşte kokteyllerine Amerikalı diplomatlar gelmiş." Boşuna uğraşmasınlar. Kutlamaya İranlı ve Rus diplomatlar da gelmişti. Zaten mesele, bu renkli kokteyle kimin gelip gelmediği değil, Obama'nın zaferinin Amerikalı diplomatlara nasıl yansıdığı.
Obama'nın, Amerikan diplomasisi tarafından ne kadar olumlu karşılandığının tek işareti elbette bu rozet değil. Beyaz Saray'daki ikinci gününde, ayağının tozuyla
Dışişleri'ni ziyaret etmesi ve burada kendisine gösterilen büyük ilgi de Amerikalı diplomatların Obama'nın gelişine (Bush'un gidişine) ne kadar sevindiğini gösteriyordu. Obama'nın dünya vizyonu açısından sembolik anlamı olan bu ziyareti, BBC baştan sona yayınladı.
Obama konuşmak için kürsüye çıkınca, Dışişleri çalışanları dakikalarca süren alkışa başladı. O kadar ki, Obama alkışın kesilmesi için 4-5 kez "teşekkür ederim" demek zorunda kaldı. Bu büyük ilgi, belki şöhreti dünyaya yayılan yeni başkana duyulan
doğal bir alaka olarak görülebilir. Ama asıl bir alkış daha vardı ki, o hem Obama'ya verilen desteği hem de Bush döneminde Amerikalı diplomatların yaşadığı sıkıntıyı ortaya koyuyordu.
Obama, sözlerine Oval Ofis'teki 2. gününde kritik 3 karara
imza attığını söyleyerek başladı ve ilk kararını açıkladı: "Bundan böyle her ne sebeple olursa olsun, Amerika işkence yapmayacak." Bu sözler üzerine salonda bir alkış tufanı koptu. Bu, sadece Obama'ya destek alkışı değildi; işkenceyi yasalaştıran Bush'a tepki alkışıydı da. Aynı zamanda bu alkış, dünyaya anlatmakta zorlandıkları büyük bir ayıptan kurtulmanın sevinci idi.
Bush'un dünya politikasına, Rumsfeld yönetimindeki
Pentagon ile
Dick Cheney etkisindeki Milli
Güvenlik Konseyi damgasını vurdu. Obama'nın bu ziyareti, yeni dönemde ABD'nin dünya politikasında diplomasinin öne çıkacağını gösteriyordu. Ortadoğu ve
Afganistan krizleri için biri
Kuzey İrlanda'da, diğeri Bosna'da başarılı roller üstlenmiş George Mitchell ve Richard Holbrooke gibi diplomasi kökenli iki önemli ismin görevlendirilmesi bu değişimin işareti değil mi? Umarız,
Barack Obama bu çizgisini sürdürür ve dünyada kendisine duyulan sempati daha da artar.