İsrail'in geçtiğimiz yılın başından bu yana sürdürdüğü
Gazze operasyonları sebebiyle Türk-İsrail ilişkileri zaten limoniydi.
Özellikle Baş
bakan Erdoğan'ın Davos'taki '
One Minute' çıkışı nedeniyle geri dönülmez bir hal aldı.
Dün yaşananlar ise
Türkiye-İsrail ilişkilerini yeni bir aşamaya getirdi. İsrail en basit tabirle 'diplomatik ayıp' olarak kabul edilebilecek bir nezaketsizlik yaptı. Görünen o ki İsrailliler çok ince planlanmış bir 'pusu' kurmuş. Çünkü diplomaside en
küçük jestlerin bile büyük anlamları vardır.
Dışişleri Bakan Yardımcısı Ayalon,
Oğuz Çelikkol'u bir dizi hakkındaki tepkisini dile getirmek için çağırıyor. Buraya kadar normal. Fakat sonrası kabul edilebilir değil. Ayalon, Çelikkol'un elini sıkmıyor, daha alçak bir kanepeye oturtuyor, masaya da
Türk bayrağı koymuyor,
İbranice konuşuyor ve üstüne 'belki mesajımızı anlamazsınız' deyip 'bizim altımızda oturduğunun görülmesini istiyoruz' diyor.
Her şekliyle skandal bir hareket. Hatta İsrail basını bile 'çocukça' buldu bu tavrı. Türkiye en üst seviyeden tepki verdi, Dışişleri özür beklediğini açıkladı. Hatta dün Çelikkol'un geri çekilmesi bile tartışıldı. Fakat İsrail pek oralı değil.
Ankara'daki hava bu restleşmeden 'İsrail kaybeder' yönünde. İsrail'in hem
ekonomik hem de siyasi nedenlerle Türkiye'nin desteğine ihtiyacı olduğu tezinden hareket eden Ankara, İsrail'den gelecek söyleme göre tepkisini artırabilir. Bu durumda önümüzdeki günlerde daha da tırmanacak bir
kriz var demektir.
Türkiye ile savaşa mı girsek!
Biz Ankara'da kozmik
arama,
erken seçim tartışmaları ve İsrail'le yaşanan yeni krizle uğraşırken Yunanistan'da ilginç bir haber çıktı. Komşunun önemli gazeteleri '3 Temmuz 1997'de meydana gelen
Kırıkkale MKE fabrikasındaki patlamaların ardında Yunanistan'ın olduğunu' iddia ediyordu.
Savunma Bakanlığı iddiaları yalanladı ama polemik bitecek gibi değil. Peki aradan 13 yıla yakın süre geçmişken ne oldu da Yunanistan'da bu tür haberler çıktı? 'Orada ne oluyor?' diye bakıp, biraz sağı solu kurcaladığınızda karşınıza akıllara durgunluk verecek bir
senaryo çıkıyor. Meğerse ekonomik kriz ile boğuşan Yunanistan'da 'nasıl olur da gündemi değiştirir,
eleştirileri bertaraf ederiz' diye düşünen bazı üst düzey bürokratlar çareyi 'Türkiye ile 'kontrollü gerilim' çıkarmakta bulmuşlar.
'Hadi canım' demeyin çünkü bir sıkıntıdan, sıkışmışlıktan kurtulmak, iç kamuoyunu susturmak ve sorgulamalardan yırtmanın en güzel yolu bir dış tehdit bulmaktır. Böylelikle millet bir bütün olur, muhalifler susturulur, eski defterler karıştırılmaz.
Üstelik böyle bir projeye Türkiye tarafından da
destek çıkar. Çıkacak kontrollü bir gerginlik iç kamuoyundaki yıpranmış imajı toparlar, eleştiri ve soruları etkisiz kılar. Cunta oluşumları, sağdan soldan çıkan silahlar ve birtakım
eylem planları sebebiyle asker hakkındaki 'manalı bakışlar' da bir kenara bırakılır.
Uçuk geliyor ama Kardak benzeri bir kriz ya da havada yaşanacak 'ölümlü bir it dalaşı' ve çıkacak kontrollü gerilim Ege'nin iki
tarafında çok iş görür. Siz yine de bu teoriyi yabana atmayın.
Müsteşarlık ne iş yapacak?
Yaklaşık 7 aydır bekletilen
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı (KDGM) kurulması ile ilgili tasarı birkaç güne kadar
TBMM gündemine gelecek. Fakat çare olarak sunulan müsteşarlık daha şimdiden 'ölü doğdu' denebilir.
Gerçi binası tutuldu, hatta hatırı sayılır bir kira da ödeniyor. Fakat büyük umutlarla yola çıkılan ve hazırlıkları aylar önce tamamlanan KDGM'nin soruna çözüm bulma konusunda ne kadar başarılı olacağı şimdiden tartışmalı hale geldi.
Öncelikle yeni yapılanmanın operasyonel bir görevi yok. Yetkisinin nerede başlayıp nerede bittiği konusunda da muğlâklık var.
Kuruluş tasarısındaki görev tanımına göre
terörle mücadelede
politika ve stratejiler geliştirecek, kurumlararası istihbaratı koordine ederek ilgili birimlerle paylaşacak.
Fakat yeni kurulacak müsteşarlığın operasyonel yetkisinin olmaması ve tüm istihbaratı kendi bünyesinde toplayamaması nedeniyle sadece veri alıp veren istatistikî bir kurum haline geleceği beklentisi güçlü. Bu açıdan bakılırsa
Başbakanlık bünyesinde olan
Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü'nden pek bir farkı da kalmamış olacak. Oysa terörle mücadele eden birimlerin temel ihtiyacı anlık istihbaratı koordine eden, operasyon yetkisi olan ve aynı anda hem askere hem polise hükmedebilen bir
çatı yapılanmaydı.