Yılın son gününde yazılan ve söz konusu olan yeni yılın ilk yazısı olunca geçmiş yılın bir değerlendirmesini yapıp yeni yıldan beklentileri aktarmak adettendir.
Geriye dönüp baktığımızda 2009 için 'vay be, ne yıldı' demek işten bile değil. Baş döndüren bir koşuşturmacanın içindeydik ve açıkçası yılın ne zaman bittiğini de anlamadık.
Kısaca başlıklardan bir kısmını hatırlatırsak...
2009'da
Ergenekon soruşturması kapsamında onlarca ilk yaşadık. Toprağın altından bombalar fışkırdı.
Kuvvet komutanları ifadeye gitti. Mustafa Balbay'ın günlükleri yeni bir tartışmayı ateşledi. İddianamenin eklerinde
yüksek yargı ile Ergenekon arasındaki ilişkiler ortaya saçıldı.
HSYK yaz kararnamesinde atama krizleri yaşandı.
Bir yandan yargı ile yürütme ve polis arasında gerginlikler zirve yaptı.
İrtica ile Mücadele Eylem Planları ile
Kafes Eylem Planları ortaya çıkarıldı. Yılın son günlerinde Bülent Arınç'a yönelik suikast iddiaları
gündemi alt üst etti.
Demokratik Açılım yılın ikinci yarısına damga vurdu.
Muhsin Yazıcıoğlu'nun hayatını kaybetmesi ve Erdoğan'ın
One Minute çıkışları gibi her biri günlerce tartışılmış onlarca gündemimiz oldu 2009 boyunca. Haber kanallarının ekranlarından 'son dakika' logosu neredeyse hiç kalkmadı.
2010'dan ne beklemek lazım? Ankara'nın havası 'yeni yılın da eski yıldan farklı olmayacağı' yönünde. Yani yine bol bol 'son dakika'lı bir yıl yaşamamız kaçınılmaz gözüküyor. Üstelik 2010
seçim yılı. Gerçi
seçim 2011 Mayıs'ında olacak ama teamüller gereği sandığa giden son yıl gergin olur.
Üstelik bir yıl sonra
cumhurbaşkanlığı seçimi var. Her iki seçim de kıran kırana geçecek.
Hal böyle olunca
siyaset de ona göre şekilleniyor. Yeni kurulan
siyasi partiler, ittifaklar, perde arkası paslaşmalar hızlandı. Bu tablonun en ilginç gelişmesi ise
iktidar partisinde yaşanıyor. Şöyle ki:
AK Parti'ye bugüne kadar sadece 'siyasi muhalefet' yapılıyordu.
CHP ve MHP'nin sert muhalefeti geniş kitlelerden
destek görmedi. AK Parti girdiği her seçimden başarıyla çıktı. Çünkü 'tabanda bir
çatlama' yoktu. Fakat tabir-i caizse iktidar partisinin nefesi kesildi ve kendi eliyle muhalefet bloğu oluşturdu.
Biraz daha açarsak. Tek parti iktidarları
Türkiye gibi ülkelerde avantajdır. İşler hızlanır,
bürokrasi üretkendir ve genellikle de
ekonomik göstergeler pozitiftir. Fakat tek parti iktidarının da bir yakın körlüğü olur. Güç baş döndürür. Muhalefetin sert söylemlerine karşın bugüne kadar geniş
halk kitlelerinde hükümete karşı sempati vardı. Oysa son bir yılda yapılan hatalar yüzünden adım adım 'toplumsal muhalefet' tırmanışa geçti.
Ankara'nın ayazında
Tekel işçilerinin dövülmesi, itfaiyecilerin hırpalanması,
1 Mayıs öncesinde yaşanan şiddet görüntüleri,
mayın yasasındaki
iletişim hataları, sendikacılarla kavgaya giren bakanlar, özellikle
açılım sürecinde yapılan tarihi hatalar...
Son olarak da eczacılarla girilen polemik. Üslupta yaşanan iletişim hataları yüzünden yüz binlerce insanı kendi yanından karşı saflara üstelik kendi eliyle yolluyor hükümet. Eğer
parti yönetimi matematik biliyorsa üç beş binle başlayan 'küskünler'in yakında milyonlara ulaşacağını görüyordur.
Özetle. 2010 zor bir yıl olmaya
aday. Seçimlere giderken
tansiyon yükselecek. Ama 2011'de bir iktidar değişikliği olursa bunun sebebi siyasi muhalefetten değil iktidarın kendi eliyle yaptığı hatalarla her geçen gün büyüyen toplumsal muhalefet olacak.
Ankara'nın 'çöl hırsızları'
Önce meşhur ve malum bir hikâyeden kısa bir alıntı...
Çölde yaşayan zengin ve muktedir bir kabile reisinin dillere destan bir atı vardır. Günün birinde bu kabile reisi atına atlayıp çölde tek başına gezintiye çıkar. Dolaşırken de uzaklarda bir insanın yerde yattığını görür.
Yardıma ihtiyacı var diyerek yanına gider. Ona
yardım için atından indiği anda yerdeki şahıs çevik bir hareketle kabile reisini yıkıp atına atlar.
Hasta rolündeki adam topuklayıp atı kaçırır. Fakat atın sahibi koşup yakalamaya çalışmak yerine oturduğu yerde ağlıyordur.
Hırsız geri gelip "Ne oldu zoruna mı gitti? Herkesten sakındığın bu atı aklım ve çevikliğim sayesinde senden aldım. Ne kadar ağlasan yeridir" der.
Atın sahibi gözyaşlarını silip "Doğrudur o atı çok severdim. Fakat atı benden çaldığın için ağlamıyorum. Korkarım ki senin nasıl bir hileyle atımı elimden aldığın dilden dile dolaşınca çölde hiç kimse ölmek üzere olan gerçek bir ihtiyaç sahibine bir damla bile su vermeye çekinecektir. Üzüntüm ondan!"
Bu kadar yoğun gündemde bu hikâyeyi hatırlatma ihtiyacı hissettim çünkü geçen hafta son yılların en düşündürücü operasyonu yapıldı. Gündem Arınç'a yönelik suikast iddiası olduğu için çok dikkat çekmedi ama duyumlar vahim. Bazı kurumların halktan topladıkları
bağış kurbanlarını kesmedikleri tespit edildi.
Vurgunu hangi vakıfların ya da kimlerin yaptığının şu aşamada hiçbir önemi yok. Mahşeri vicdanda herkes hesabını verecektir. Ama dilden dile dolaşan 'kurbanların iç edilmesi' hikâyesi yüzünden bu toplumun temel dinamiği olan yardımlaşma geleneği tükenecek. Asıl üzerinde düşünülmesi gereken bu!
* Herkese mutlu, sağlıklı bir yıl dilerim...