Türkiye yeniden
yüksek yargı odaklı bir krizin ortasında.
Bir yanda vicdanları sızlatan
tahliyeler öbür tarafta hükümetle yargı arasındaki sürtüşme. Üstüne bir de
Anayasa Mahkemesi'nin yeniden yapılanması
tartışmaları eklenince Ankara'da
gündem yine yargıya kilitlendi.
Görünen o ki bir süre daha bu tartışma sürecek.
Hükümet adaletin gecikmesinde yargıyı, yargı da
tahliyelerde hükümeti suçluyor.
Fakat yüksek yargının unuttuğu bir şey var. Maalesef yargıyı bizzat yargı yıprattı. Son yıllarda öyle şeyler yaşandı ki, tüm dünya bir olsa sizi bu kadar kimse yıpratamazdı.
O yüzden yüksek yargının aynaya bakıp bir özeleştiri yapması şart.
Hizbullah'ın tahliye edileceğini bile bile adım atmayan
Yargıtay kimi neye nasıl ikna edecek? Çünkü herkesin benzer hikâyesi var yargıyla ilgili.
Mesela
Başbakan...
Katar dönüşü kendi tecrübesini anlattı. "Benim dosyamı bir günde
Diyarbakır'dan getirtip karar alıp beni seçime sokmadılar. Madem o kadar mahirdiniz neden şimdi yapmıyorsunuz?"
Başbakanın sorusu haksız diyebilir miyiz?
Özetle yargıyı bizzat yargı yıprattı. Çıkıp başka sorumlu aramanın kimseye bir faydası yok.
Buradan Hizbullah'a dönersek.
Şimdilerde tahliye edilen Hizbullah mensuplarının ortadan kaybolması tartışılıyor. Duyumlara göre
ülke içinde ve seyahatteler. Fakat yurtdışına çıkmaları da
sürpriz olmaz.
Bu arada paylaşalım;
örgütün fiili lideri durumundaki İsa Altsoy, uzun yıllardır yaşadığı
İsviçre-
Almanya hattından çıkıp İran'a geçti. Bir süredir çalışmalarını orada sürdürüyor.
Hizbullah söz konusu olunca durup bir geriye bakmakta fayda var. Çünkü Türkiye'nin bir dönemi gibi Hizbullah'ın da geçmişinde karanlık alanlar var.
Bu örgütün bölgede bir potansiyeli hep vardı. Yani paraşütle indirilmiş bir yapı değil. Fakat öyle olaylar yaşandı ki; insanın aklı almıyor.
Bir başka ifadeyle izaha muhtaç durumlar var.
Yorumsuz bir şekilde olayı aktarıp soruyu sonra getirelim;
2000 yılında
Cizre'de yapılan bir operasyonda örgütün askeri kanat sorumlularından A.G'nin evine
baskın yapıldı.
Evin zeminine yapılmış gizli bir depoda 99 adet uzun namlulu
silah ele geçirildi. Silahları Emniyet Kriminal'de incelemeye aldılar.
28
Ağustos 2001 tarihli ekspertiz raporunda şok bir gerçek ortaya çıktı; kayıtlara göre elde edilen silahlar daha önce
PKK'nın köy basma eylemlerinde kullanılan silahlardı.
Başka bir ifadeyle; Hizbullah'tan çıkan silahlar daha önce PKK tarafından Cizre-
İdil-
Silopi bölgesinde kullanılmış gözüküyordu.
Kriminal raporun detaylarında hangi silahın hangi olayda kullanıldığı tek tek anlatılmış.
O dönemde yaşanan tek tuhaf olay bu değildi.
Yine aynı bölgede 2001 yılında yapılan başka bir operasyonda da 4 bixi, 43 kaleşnikof ve 17
roketatar yakalandı. 4 de LAW silahı bulundu. Silahların sahiplerine
dava açıldı.
Fakat sürpriz
mahkeme aşamasında yaşandı.
Ergenekon sanığı Levent Ersöz'ün başında bulunduğu
Şırnak Jandarması mahkemeye 'o silahlar bizim' yazısı gönderdi. Silahları
jandarma teslim aldı.
Bu arada ilginç bir gelişme daha oldu, dava Diyarbakır DGM'de sürerken jandarmanın 'o silahlar bizim' yazısı dava dosyasından 'uçtu.'
Her iki olayın ortak noktası şu;
Hizbullah'a ait olduğu iddia edilen cephanelikteki silahlar PKK tarafından da kullanılmışsa?
Hizbullah'a yapılan operasyonda ele geçen silahlar Şırnak Jandarması'na ait çıkıyorsa?
Orada ne oluyordur?
Ya da Hizbullah ile PKK aynı örgüt mü? Veya birileri kirli bir trafiği yönetip adres olarak bu örgütleri mi gösteriyor?
Hazır Hizbullah gündem olmuşken Fırat'ın öte yakasında 90'lı yıllarda neler olduğunu deşmek lazım.