Geçen hafta son yılların en önemli gelişmelerinden birisi yaşandı ama medyanın gündemi 'İmamın Ordusu' olduğu için arada kaynadı gitti.
Malatya Zirve Yayınevi cinayeti ile ilgili olarak 7 kişi tutuklandı. Aralarında Malatya İl
Alay eski Komutanı ve istihbarat komutanı da var.
Ortaya çıkan belgeler ise yenir yutulur değil. Cinayet emir komuta zinciri içinde planlanmış.
Gölcük'teki 'kozmik zula'da çıkan 'ıslak imzalı' belgeler işin seyrini değiştirdi. Kaldı ki sonradan gizli
tanık olan bir haber elemanı her şeyi
itiraf etmişti.
Gelinen nokta çok önemli çünkü
Ergenekon'un
kaos oluşturmak için uygulamaya koyduğu bir
eylem somut olarak ispatlanmış oldu. Tüm dünyaya '
Türkiye'de Hıristiyanlar'ın boğazı kesiliyor' yaygarası yapıp 'hükümeti dışarıdan kuşatmak' için planlanan komplolar deşifre edilmiş oldu. Yani o cinayeti 'misyonerlik tartışmalarından etkilenmiş birkaç milliyetçi
genç' işlememiş.
Fakat medya
Ahmet Şık ve Nedim Şener'e odaklandığı için bu çok somut gelişmeyi görmezden geldi. Oysa
Ergenekon davasının seyri açısından çok önemli bir gelişmeydi.
Aslında Zirve cinayetinin
soruşturma evrakları arasında bugünlerde çok tartıştığımız bir konuyla ilgili çarpıcı ayrıntılar da var.
Albay Ülger'in evinde çıkan bir mektuba göre -ki metinden yazanın da bir asker olduğu anlaşılıyor- düzene karşı çıkanlar 'cemaatçi olarak fişlenmiş.' Yani
emniyette olduğu gibi askeriyede de 'cemaatçi yaftası' hâlâ iş yapıyor.
Türkiye günlerdir Ahmet Şık'ın yazdığı iddia edilen 'İmamın Ordusu' kitabını konuşuyor. Ortaya çıkan taslaklara, kitabı okuyanların anlattıklarına göre Ahmet Şık 'emniyetteki
Fethullahçı yapılanmayı' anlatıyordu.
Açıkçası bu konuda o kadar çok şey yazıldı, çizildi, söylendi ki yeni ne buldu bilmiyorum. Çünkü 1991'den bu yana adeta
sakız oldu bu mesele. Bugüne kadar da hep başka
hesapların argümanı olarak kullanıldı.
Emniyette Fethullah
Gülen'i seven sayan, fikirlerinden etkilenen kimse yok mudur? Kesinlikle vardır. Çünkü emniyet bu toplumun
aynası. Toplumda kim varsa orada da o var.
Peki hesap ne?
Ahmet Şık'ın kitabının cemaati vurmak gibi bir
hedefi en azından nihai hedefi olamaz. Çünkü benzer iddialar daha önce defalarca yargıya taşındı, somut hiçbir şeye ulaşılmadı.
Ama
Ulusal Medya 2010 belgesinde yer alan kara
propaganda tekniklerini ustaca enjekte ederseniz nihayetinde Ergenekon davası yıpranır.
Zaten yapılmak istenen de o.
Aksi halde kitapla
özel yetkili savcılar değil basın suçlarına
bakan savcıların ilgilenmesi gerekirdi.
Bu arada çok önemli bir ayrıntıyı da not edelim.
Emniyetteki Gülenciler meselesi ne kadar gerçektir tartışılır fakat 'Gülen
Cemaati'ndeki emniyetçilerin varlığı' somut olarak kesin. Yani Gülen Cemaati içerisinde emniyetin çok sayıda haber elemanı yani ajanı var.
Hrant Dink cinayetinin perde arkasını anlattığım 'Bi
Ermeni Var' kitabında Gülen Cemaati'ndeki haber elemanları ile ilgili çarpıcı detayları aktarmıştım. Nuh
Mete Yüksel'in Gülen'e yönelik açtığı davada emniyet istihbaratı, cemaat içindeki kaynaklarından aldığı bilgilerle 500 sayfalık bir
rapor sunmuştu.
Şimdi gelelim işin bam teline.
Öncelikle şunu teslim etmek şart. Medyada çok güçlü bir mahalle
baskısı var. Öyle ki
operasyonu anlamaya çalışmak bile 'tukaka edilmeye' yetiyor. Oysa gazeteciliğin temel kuralı her şeye şüpheci yaklaşmaktır.
Ortada bir operasyon var.
İpuçları yakalanıyor. Ne yapacaktı savcı? 'Bu arkadaşlar gazeteci, bilerek ya da bilmeyerek suç işlememiş, örgütsel ilişkiye girmemiştir' deyip onları ayıracak mıydı?
Delilleri toplamayacak mıydı?
Biz gazeteciler ne yapacağız? 'Zinhar gazeteci suç işlemez, Ahmet tanırım iyi çocuktur' deyip konuyu kapatacak mıyız?
Savcılık Oda Tv'de
arama yaparken ilginç notlara ulaşıyor. Yapılan kriminal incelemede o notların 'soner' kullanıcısı tarafından oluşturulduğu tespit ediliyor.
Notlarda hazırlanmakta olan kitapla ilgili talimatlar var. Doğal olarak notlarda ismi geçenlerin evi ve bilgisayarları arandı. Ortaya çıkan notlar kıyaslandığında soru işaretleri doğuran ayrıntılar görülüyor.
Şık'ın kitabına eklenen notlarla ilgili 49 sayfalık bir
tutanak hazırlanıyor. Notların 'Ulusal Medya 2010' belgesiyle paralel olduğu, kitaba yapılan ilavelerin en az 5 kişi tarafından yapıldığı kayda geçiriliyor. Bu arada bir parantez açalım, 49 sayfalık tutanağı incelediğinizde, hangi notun hangi
emniyet müdürü tarafından konduğunu şıp diye anlıyorsunuz.
Savcılık
doğal olarak iz sürüyor ve nüshaları karşılaştırmak için topluyor. Yani ortada bir kitabın
imhası ya da yayınının durdurulması yok. Bir kitabın savcı tarafından yayınlanması istenen bir durum değil ama kitabın imha edildiği de doğru değil.
Kitap bütün farklı nüshalarıyla birlikte
delil klasöründe olacak.
Ergenekon'un yaptığı şey kara propaganda ile operasyonu, davayı boğmak. Mahkemeyi değil kamuoyunu etkileyerek hakimler üzerinde baskı kurmayı hedefliyorlar.
Nihai hedefte savcıların değiştirilmesi var. Bunun yöntemi de hepsini cemaatçi ilan etmek.
Mevzu yeterince açık.
Anlamadığım Ahmet Şık'ın bu tezgaha nasıl geldiği?..