Polis muhabirliği yapmış, sayısız gösteri ve toplumsal olay izlemiş, hatırı sayılır miktarda göz yaşartıcı
bomba ve
biber gazı yemiş hatta coplardan nasiplenmiş bir gazeteci olarak diyorum ki;
Ey polis milleti...
Sinirlerinize hakim olun, kimseyi dövmeyin.
O
eylemciler zaten dayak yemeye geliyor. Siz de onlara istediklerini veriyorsunuz.
Şöyle ki; üniversite öğrencileri okuldan kıralım, sosyalleşelim diye eylem yapmaz. Hem kendi örgütlerine, derneklerine ya da
arkadaş çevrelerine hem de kamuoyuna verecekleri
mesaj vardır.
Meydana, caddeye, kampüse toplandınız.
Bağırdınız, çağırdınız. Pankartlar açtınız. Sonra polisle çatışmadan dağıldınız. O günün akşamında televizyonlarda ve ertesi günü gazetelerde haber var mı? Yok. Varsa da iç sayfalarda
küçük bir fotoğraf, altına iki cümle.
Ama polisle çatışmışsanız. Hele bir de polis orantısız güç kullanmışsa...
Dizi halinde
ana haber bültenlerine, ertesi gün gazetelere
manşet olursunuz. Üstelik sempatizan olarak ayartıp
protestoya getirdiğiniz arkadaşınız yediği gaz ve copun acısıyla sempatizanlıktan bir üst basamağa geçer.
O yüzden eyleme gelen öğrencinin öncelikli hedefi polisi
tahrik etmek ve müdahaleye zorlamaktır. Dikkat edin, eylemlerde çatışma genellikle dağılırken olur. Hâlâ çatışma çıkmamışsa grup dağılırken birileri polisi taşlar sonra
kovalamaca başlar.
Hatta bizzat şahit olduğum olaylardan birisi şöyleydi:
Temmuz sıcağı ve bir protesto mitingi var.
Çevik Kuvvet polis ki, genellikle adam yerine konmaz tuzluk muamelesi görür, saatler öncesinden meydana dikilmiş. Sıcak başına geçmiş. Acıkmış, terlemiş. Ayakta durmaktan bir tarafları uyuşmuş.
Sonra göstericiler geliyor. Polise
küfür,
hakaret ne ararsan var. Hatta pankartın altından çaktırmadan
tekme atanı bile gördüm. Eylem kontrolden çıkacak gibi olursa ya da Çevik Kuvvet amiri 'Çevik dağıt' talimatı vermişse yandı gülüm keten helva.
O Çevik Kuvvet polisi önce eşeği kaf dağının ardına yollar sonra da geri dönmeden
eylemciden bütün hıncını alır. O hengamede kim neresine tekme yer, cop neresine gelir kimin umurunda?
O yüzden öyle çok ciddi sosyolojik ve politik analizler yapmaya gerek yok kanısındayım.
Eylem ortamı tamamen psikolojiktir.
Dünyanın her yerinde öğrenci olayları olur.
Üniversite gençliğinin her yerde kanı kaynar. Çatışmayı, koşuşturmacayı sever. Bu noktada yapılması gereken şey polisi sakinleştirmek.
Çünkü o ortamı kanunla, yönetmelikle düzenleyemezsiniz. Polis sakin olacak ve tahriklere duyarsız kalacak.
Bu işin bir boyutu.
Diğeri ise eylemlerin çapsızlığı. Geçtiğimiz günlerde YÖK Başkanı Yusuf
Ziya Özcan ile sohbet ederken o da aynı şeyi söylemişti. Vurmalı, kırmalı, taşlı sopalı eylemler yarım yüzyıl önceydi. Sonuçta yumurta atmak da bir tür saldırı.
Artık internet çağındayız. Google'dan bile arasalar çok daha güzel ve ses getirici eylemler bulabilirler.
Aslında bu konuda hem Türkiye'de hem de dünyada çok güzel örnekler, çok başarılı gruplar var. Mesela Genç Siviller. Kimdir, kimlerden oluşurlar çok bilmem ama çok zekice, çok muzip eylemler yapıyorlar.
Manşet olmak için de polisle çatışmaya gerek duymuyorlar.
Taksim'deki '
darbeci baro' pankartı nefis bir eylemdi mesela. Ama benim açık ara favorim darbecilerle iş tutmakta beis görmeyen
İstanbul Barosu'na yönelik olanıydı.
Hatırlanacağı gibi Genç Siviller, İstanbul Barosu'nun geleneksel olarak düzenlediği Mahmut Esat
Bozkurt Hukuk Ödülü'ne (bu ödülün kendisi fecaat ya neyse)
çelenk yolladılar. Naziler'in baş hukukçusu Carl Schmitt adına yollanan çelenk 'çok mühim' sayıldı ve başköşeye kondu.
Herkes kıkır kıkır gülerken o çelenk konuşmacıların arkasındaydı. Eğer bir gün 'eylem oscarı' verirlerse benim adayım kesinlikle o çelenk olacak.
Eylemlere geri dönersek...
Ne oldu da birden bire bu eylemler arttı? Muhtelif gerekçeleri var. Ama bir tanesinin altını çizmek lazım. Çünkü Ankara'ya ulaşan analizlerde 'zinde güçlerin' önümüzdeki dönemde üniversite gençliği üzerinden kitlesel eylemler planladığı bilgisi mevcuttu.
Hatta bu köşede 29 Kasım'da yazdığım yazıda "Önemli bir istihbaratın altını çizelim. Baharla birlikte kitlesel eylemler planlanıyor... Yani büyük şehirlerde,
kaos görüntülerine yol açacak eylemler, çatışmalar. Çünkü
karakol basmak, askere saldırmak siyasi hedeflere ulaştırmıyor... Seçim öncesi hükümeti köşeye sıkıştırmanın tek yolunu kitlesel eylemlerde görüyorlar..." demiştim.
Ama ne tür senaryolar olursa olsun polisin orantısız güç kullanmasının makul bir izahı da yok.